Sayfalar

EVET-HAYIR

Mayıs 2015





Quid est veritas?
Devletin sorusudur bu. Mahiyeti gerçekte hiç merak edilmediği için yanıtı açıktan verilmemiş ve asla verilmeyecek bir soru.
İktidarın sorusu.
Güç ve tahakkümün.
Imperiumun.
Güya yaşama ve ölüme karar verebileceklerini sananların sorusu. Dokunulmazlık zırhını kuşanmış olanların. Sözde egemenlerin. Mülk sahiplerinin sorusu.
- Hakikat nedir? (Yuhanna, 18: 38)
Bu bir valinin sorusu. Romalı bir valinin. Bir valinin, veya her valinin.
Valiler hakikati bilmezler ve çaresiz, her defasında hakikat nedir diye sormaktan kendilerini alamazlar. Sorarlar ama yanıt alamazlar, çünkü bakarlar ama göremezler.
Bu yüzdendir ki bu soru, Pontius Pilatus’un sorusu.
Hani şu, “Düşümde görmüşem, sakın incitme onu!” diye o masum hakkında hüzünle kendisini uyaran Procula’nın kocası Pilatus. Siyaset ile hakikat arasında kalan bîçare. İktidar ile hakikat arasında. Kılıç ile âsa arasında.
Sorulan ama yanıtı alınamayan bir soru. Çünkü bu, İsa’ya sorulan bir soru. Hakikatin bilgisine sahip olana, bilgisi de ne, kendisine sahip olana. Bizatihi hakikat olana. Kısacası, olana ve, hakikate tanıklık etmek için dünyaya geldim, hakikatin yanında olanlar beni duyar, diyene.
* * *
Siyaset değerli olanı değil, önemli olanı tercih edenlerin sanatı. Nedir sorusunun değil, nasıl sorusunun yanıtını arayanların. Amaçla, gayeyle, gökyüzüyle sadece işi değil, değerler alanında gücü de olmayanların.
Siyaset nedir sorusunun yanıtını merak etmez, çünkü hakikatin ne’liğinden önce varlığını da merak etmez.
Siyaset hakikati bilmez, bilmek de istemez, değerli olanı tanımaz çünkü. Pilatus’un sorusu bu nedenle yanıtsız bırakılacaktır, duymaya layık olmadığı kendisine söylenilmeyecektir.
Hakikatin sırrı, ona ihtiyacı olanların kulağına fısıldanır. İsa’nın dediği gibi, sadece hakikatin yanında olanların kulağına.
Hakikat’in yanında olan duyar beni.
İyi ama nasıl?
Nasıl ve niçin?
Niçin Pilatus duymuyor da eşi Procula onu düşünde görebiliyor? Hakikat her defasında niçin aptallara değil de abdallara malum oluyor?
Öyle ya, hakikatin yanında olmak da ne demek?
Zaman zaman varlığından bile kuşkuya düştüğümüz halde, kendisini görmekten mahrum bulunduğumuz o hakikatin yanında olup olmadığımızı bizler nasıl bilebiliriz? Sesini bile duyamadığımız sevgilinin yanında nasıl yer alabilir, ona nasıl dokunabiliriz?
* * *
Mesele hakikate sahip olup olmamak meselesi değil, hakikatin yanında yer alıp almamak meselesi.
Bilme sorunu değil, tavır sorunu. Aranan da ilim değil bu yüzden, irfan. Genişlik değil derinlik, avuçlamak değil değmek, görmek değil sezmek, galip gelmek değil belki mağlup olmak, ama her defasında hakikatin yanında yer almak, vicdanın sesine kulak verip belli belirsiz izini sürmek, ısrarla, çaresizce, tuhaf ama böyle, çoğu zaman nedensizce peşinden sürüklenmek.
Hakikatin yanında olmak için ilim gerekmez, bilakis yoksunların ve yoksulların sızısını yüreğinde hissetmek insan olana yeter.
Çok mu zor, bir masumun acısına ortak olmak? Sanki vurulan senmişin gibi yere düşmek? Sanki o yavrucağı sütüyle besleyen anne senmişin gibi hıçkırıklara boğulmak? Daha da acısı, babası senmişin gibi hiç ağlayamamak, hep metin olmak, hep içine atmak ve fakat yazgıya boyun eğsen bile siyasetin burçlarından gelen yıldırımlara asla boyun eğmemek? Sanki yıkılan yuvalar senin yuvanmış gibi geceleri gözüne uyku girmemek?
Söylesene ey talib, çok mu zor insan olmak?
Hakikatin yanında olmak demek güçlüden değil zayıftan yana, zenginden değil yoksuldan yana olmak demektir.
Hakikatin yanında yer almak demek, önce insan olmak demek! Daima ve hiç düşünmeden insanın yanında yer almak demek.
* * *
Kadim hikmet ehli, hakikat arayışında dört soru kipi (metalib) tanır:
mı?
• ne?
nasıl?
niçin?
Bilmeli ki ‘mı’ soru edatının amacı en temelde varlığı sormak ve soruşturmaktan ibarettir: , yani var mı?
Varlık sorusu soruların sultanıdır. Zata ilişkindir, bi’z-zat’tır.
Ve ardından nedir, nasıl, niçin?
Ama her halukârda önce ontoloji, önce varlıkbilim, kadimlerin diliyle önce metafizik.
Varlık sorusu hakikatin ne’liği ile ilgilenmez, önce varlığını, hakkında konuşulabilir kılmak ister. Bu nedenle hakkında konuşmaya başlamadan önce hakikatin yanında yer almaya davet eder. Var-Yok’un alanına. Evet-Hayır’ın.
Sic et Non. Türkçesi ve yok, çünkü var ve yok, daha doğrusu var veya yok.
Bir yargıyı doğrulamanın, onaylamanın, bir hakikatinin olup olmadığını ifade etmenin değişmez koşulu öncelikle doğru veya yanlış (evet veya hayır) diyebilmek, çünkü hakikate dair konuşmanın biricik dilsel biçimi logos apophantikos (kelam-ı ihbarî).
Zihinde ve dilde belirenin varlığa nisbetine yanıt mı vermek istiyorsun, yola evet veya hayır’la düşeceksin.
* * *
Felsefe tarihinin zahiren en kısa, gerçekte ise en uzun konuşmalarından biri İbn Rüşd ile İbn Arabî arasında gerçekleşir. Kurtuba’da. Bir zamanlar dünyanın tam da ortasında.

— Evet.
— Evet!

— Evet.
— Hayır!

— Evet.
— Hem evet, hem hayır!
* * *
Tüm yaşamın özü bir evet ile bir hayır, bazen sadece evet, bazen sadece hayır, bazen de hem evet hem hayır, lakin yaşamın uzak durduğu yegâne form ise: ne evet ne hayır, yani yargının askıya alınması, bir tür karar verilemezlik, gerçekte kararsız ve istikrarsız olanın tercih edilmesi, düzenin çözülmesi, düzenin istinad duvarlarının çökmesi: kriz ve anarşi (an-arche).
İlim ile irfanın yolları tam da burada çatallanır, bilmek bir yana düşer, görmek bir yana. Nitekim şimdi logos apophantikosun (kelam-i ihbarî’nin) logos semantikosa (kelam-ı inşaî’ye) dönüştüğü yerdeyiz, hem de her şeyin salt bir soru ile bir yanıta dönüştüğü yerde:

— Her bildiğimi görüyor musun?
— Evet.
— Her gördüğünü biliyor muyum?
— Hayır.
— Bildiğim ile gördüğün aynı mı?
— Hem evet hem hayır.

* * *
Hiçbir iktidar hakikatin ne’liği ile ilgilenmez, çünkü varlığını ele geçiremeyeceği, sahip olamayacağı hiçbir şeyle ilgilenmez. Siyaset varlığın mülkiyetini talep eder, erilliği gereği sadece kendisini kendisine teslim edeni onurlandırır, daima dişil olanı.
Hakikat, ele geçirilemeyecek olanın adı oysa. Kesin tanımların dışında kalanın. Belli belirsiz olanın.
Siyasetin pençeleri hakikate değemez, o da çaresiz öfkesini onun yanında yer alanlara yöneltir, hakikate değil, bir tek ehline.
Hakikatin yanında yer almak için hakikati bilmek gerekmez, sezmek, hatta sezinlemek kâfi. Öyle ya, İsa’nın yanında yer almak için kaç kütüphane devirmek gerekir? Bir Petrus, bir Andreas, bir Filipus olmak için?
O halde bırak şu hesap kitap işlerini de —Gülşen-i Raz’da Şebüsterî’nin dediği gibi— Eymen Vadisi’ne gel, ki ağaç bile sana ben Hakikatim (ene’l-Hak) desin!

Yürümeye devam et ey talib, yol insanı terbiye eder.


*OT Dergisi, Evet-Hayır, Mayıs 2015



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder