20 Kasım 2005
Adam, sevip âşık olduğu kadına
fırsatını bulup bir kâse fıstık uzatmış ve “Bunların elmas olmasını çok
isterdim” demiş. Aradan yıllar geçmiş, adam bu sefer
aynı kadına pırıl pırıl elmas salkımları uzatıp
şöyle demiş:
Bunların fıstık olmasını çok isterdim.
Olan ile olması gereken arasındaki
farka işaret etmiyor bu sevimli hikâyecik. Her iki halde de verilene, onu verenin
veya alanın bakışaçısının yansıtıldığını da söylemekle yetinemeyiz hiç
kuşkusuz.
Belki bazılarımız, verilenin kendisinin önemli
olmayıp verilme sebebinin çok daha önemli olduğunu düşüneceklerdir. Bu da
sığlıkla malul.
Anlamak eşduyumla mümkün. O halde hikâyeyi bir
daha okumalı.
Hepimizin hayatında bu tür hikâyeler vardır.
Benim de var.
7-8 yaşlarında iken anneler gününde anneme bir
hediye almam gerektiği gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştım. Çünkü ablam nasıl
yapmışsa yapmış anneme bir şekilde uygun hediye almayı başarmış ve bana da bu
becerisinden söz etmişti. Çaresizdim, zira param yoktu, muhtemelen olsaydı da
neyi, nasıl alabileceğimi bilemezdim. Paranın ne işe yaradığını, o yaşlarda
iken tam olarak bilip bilmediğimi dahi hatırlayamıyorum. Bildiğim tek şey,
anneme bir şeyler vermem (sunmam) gerektiği idi. Evet, ne yapıp edip bir şey
vermeliydim. Anneler günü imiş, ve anneler gününde çocuklar annelerine bir
hediye vermeli (almalı) imişler.
O zamanlar nasıl olup da ablamın bu tür şeyleri
öğrenmekte öncelik kazandığını anlayamazdım. Babamın verdiği idarî bilgilere
nazaran, annem İçişleri Bakanıydı, babamsa Dışişleri Bakanı. Kimin Başbakan
olduğundan ise hiç söz edilmezdi. İki bakanlığı bile akılda tutmak meharet
istiyorken, ötesini sormak aklımıza gelmemişti doğrusu. Sadece babamın evin
reisi gibi gayr-ı resmî ve geleneksel bir sıfata bazı durumlarda müracaat
ettiğini biliyorduk, o kadar!
Bu süreçte ablamın evin yönetiminde yer
aldığından hiç kuşku duymadım. Çünkü o, her zaman neler olup bittiğini bilir,
benimse haberim bile olmazdı. Belliydi ki—erkek kardeşim de bana katılana
değin— evin sade vatandaşı bendim. Kardeşim bana katılınca, ister istemez
vatandaş sayısı yine aynı sayıda kaldı, zira vatandaşlık görevini hemen küçük
kardeşime devretmekte pek tereddüt etmedim. Böylelikle ablam İçişleri
Bakanı'nın müşavirliğini yaparken, ben de Dışişleri Bakanı'nın müşavirliğine
geçtim. İkimiz de rollerimizden memnunduk. Vatandaşımız da bize uymalı ve o da
halinden memnun olmalıydı.
Her neyse, anneler günü geldiğinde ablamın
nisbetlerine daha fazla dayanamamış olmalıyım ki çıkıp kırlardan çiçek toplayıp
akşamleyin anneme anneler günü hediyesi olarak kır çiçeklerinden derlediğim
gazete kağıdına sarılı o çiçek demetini sunmuştum. Gururla ifade etmem
gerekirse, hediyem çok makbule geçmiş, üstüne üstlük sadece evdekilerin değil,
komşuların da iltifatlarına muhatab olmuştum. Artık düşünceli ve hassas bir
çocuk olduğumdan kimse kuşku duymuyordu.
Yine de ben o zamanlar maddî karşılığı olmayan
bir hediyenin nasıl olup da değer kazandığını anlayamamıştım. Ne
ilginç değil mi, ilerleyen yaşlarımda da bu sefer maddî karşılığı olan bir
hediyenin nasıl olup da sırf bu yönüyle değerli sayılabileceğini anlayamadım.
O yaşlarda benim için önemli olan, bir vazifeyi
yerine getirmekten ibaretti. Bir hediye almalıydım veya bir hediye bulmalıydım.
Ben al(a)mamıştım, sadece hediye verecek bir şey bulmuştum. Doğrusu işe de
yaramıştı.
Tabii ki sonraları bu tecrübeyi yeterince
tekrarlayamadım.
Saflığımdan mıdır nedir, aklımda kalan tek şey, hediyenin
pekâlâ maddî karşılığının olmayabileceği idi. Bu ilkenin hakkını verdiğimi ve
böylelikle maddeten ucuz bir hediye arayıp bulmakta pek meharet kesbettiğimi
söyleyebilirim. Sevgim, ilgim ve buluş yeteneğim vardı ya, daha ne
isteyeceklerdi ki benden?
Lâkin gerçek hayat böyle değilmiş.
Sadece anneciğim, evet bir tek anneciğim,
kendisini telefonla bile arayıp halini sormamı olsun yeterli buluyor(muş) ve bu
kadarcığıyla bile seviniyor(muş gibi yapıyor). Oysa insan elmas olmasını
istediği fıstıklar verecek çok kişi bulabilir ve fakat insanın fıstık olmasını
istediği elmaslar verebileceği kişiyi ya da kişileri bulması çok zordur.
Verdiğiniz fıstıkların elmas olmasını dilerken
karşınızdaki kişinin gözlerine bakın, yaşarıyorsa, aranızda umud edilecek bir gelecek var demektir, an kaybetmiştir.
Buna mukabil bir de verdiğiniz elmasların fıstık
olmasını dilerken karşınızdaki kişinin gözlerine bakın, yaşarıyorsa, aranızda
gerçekten de hatırlanmaya değer bir geçmiş var demektir, an
kazanmıştır.
Bil ki ey talib, aşkın geleceği olmaz, o geçmişin an'da
yinelenmesinden ibarettir.

Takip et: @ducane

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder