Sayfalar

KUR'AN'DA EŞ ve KADIN SÖZCÜKLERİNİN ANALİZİ


15 Ağustos 1998


Kur’an'ın hikmetlerini, Kur’an'ın mesajını Türkçe çevirilerin açtığı pencereden izlemeye çalışanlar, umûmiyetle Arap dilinin kendine mahsus inceliklerini küçümsemek eğilimindedirler. Arap dili bir yana, Kur’an dilini bile dikkate alanların sayısı pek azdır. Haliyle, bir dilden bir dile yapılan çeviri işleminin kaynak metindeki mânâ zenginliğini yok ettiğini savunanların mübalağa etmekle suçlanmalarını çok görmemek gerekir.
Gerçekte bu itirazların haklı tarafı yok da değildir. Ancak dinini ciddiye alan bir müslümanın, iman etmiş olduğu Kitab'ın dilini de ciddiye alması bir vecibedir. İşte bu nedenle Kur’an mütercimlerince özen gösterilmeksizin Türkçe'ye aktarılan iki sözcüğü misâl olarak vermek istiyorum: zevc ve imrae.







Kur’an her defasında Hz. Adem'in zevc(e)sinden bahsederken, buna mukabil Hz. İbrahim, Hz. Zekeriya, Hz. Lut ve Hz. Nuh'un, hatta Firavun ile Aziz'in إمراء (imrae)lerinden söz eder. 

Kezâ Kur’an'da زوج (zevc, çoğ. ezvâc) kelimesinin çok çeşitli kullanımları olduğu ve fakat dişil (zevce) formunun bulunmadığı ma‘lûmdur.





Bu kelimelerden ilkini (zevc) eşi, diğerini (imrae) ise karısı veya kadını diye Türkçe'ye çevirmek mümkün. Ne ki bu sözcükler, Kur’an mütercimlerinin çoğu tarafından gelişigüzel bir biçimde Türkçe'ye aktarılmış, meselâ imrâe sözcüğüne mukabil herhangibir tefrikte bulunmaksızın hatun, hanım, eş, karı, kadın sözcükleri kullanılmıştır.
Hz. İbrahim'in eşi ile Hz. İbrahim'in karısı demek arasında Türkçe açısından bir fark var mıdır?
Sözgelimi Türkçe'de Firavun'un eşi deseniz ne olur, Firavun'un karısı deseniz ne olur? 
Türkçe açısından hiçbir şey olmaz, zira bugün Türkçe'de, filânın eşi, karısı, hanımı gibi tâbirler umûmiyetle eşanlamlı olarak kullanılır. Ancak bazı bölgelerde (msl. İstanbul'da) eşi ve hanımı tâbirleri, karısı tâbirinden daha kibar bir kullanım olarak kabul edilir ve özellikle tek başına karı tâbirini kullanmak bir kabalık sayılır. [Bu tasavvur XX. yüzyılda oluşmuştur. Meselâ Ahmed Cevdet Paşa (öl. 1895) hâlâ yazma olarak bulunan Kur’an çevirisinde karı sözcüğünü hiç çekinmeden kadın anlamında ve sıklıkla kullanır.]

Peki Kur’an dilinde böylesi bir eşanlamlılık mevcut mu?

Hayır!

Çünkü Kur’an,
a. ihanet 
b. inanç farklılığı 
c. dulluk 
d. kısırlık 
gibi unsurların bulunduğu yerlerde zevc () sözcüğünü kullanmaz.

Aziz'in eşi demez, zira kadın kocasına ihanet etmiştir.
Firavun'un eşi, Lut'un eşi, Nuh'un eşi demez, zira bu kadınlar kocalarının dininden değildir (Firavun'un karısı mümin, diğer ikisi kâfirdir).
İmran'ın eşi demez, zira Hz. Meryem'in annesi duldur.
Kezâ İbrahim'in eşi, Zekeriya'nın eşi demez, zira her iki kadın da kısırdır. (Hz. Zekeriya evlât sahibi olmakla müjdelenince, Kur’an hemen onun hakkında zevc () sözcüğünü kullanacaktır.)

Zevciyyet (bir erkekle bir kadının birbirlerine eş olmaları, Kur’an diline göre,
a. sadakat 
b. muhabbet 
c. vilâdet 
d. nikâh
unsurlarından birinin eksik oluşuyla ortadan kalkar.

Sözgelimi sadakat yoksa (=ihanet) veya muhabbet kalmamışsa (=inanç farklılığı) zevciyyet (eşlik) karı-koca için kullanılabilir bir sıfat olmaktan çıkar ve kadın, kocasının eşi değil, karısı diye anılır.
Bu ikinci vasıftan, aşağılayıcı ve tahkir edici bir mânâ çıkarılmamalı, sadece bir dilin mantığının başka bir dilin mantığından farklı işlediğine dikkat edilmelidir.
Bu açıklamalardan sonra, sanırım şöyle bir suâl sormaya hak kazanmış sayılabiliriz:
Kur’an çevirileri, niçin bizleri bu incelikler karşısında duyarlı kılmıyorlar?
Bu suâlin doğru cevabını bulmak için, çeviriler karşısında daha eleştirel bir tutum takınmak ve böylelikle mevcut çevirilere lâyık olmadığımızı ispat etmek zorundayız diye düşünüyorum. Aksi takdirde Adem'in zevcesi tabirini okuyacak ve fakat, Hıristiyan geleneğindeki Havva'nın ihaneti sendromuna Kur’an'ın verdiği beliğ cevabı görmekten mahrum kalacağız. Kezâ Firavun'un karısı, Nuh'un karısı, Aziz'in karısı tabirlerini okuyacağız ve fakat dil'le muhtevanın, üslûbla mânânın bu denli yüksek seviyedeki izdivaclarına tanıklık yapma şansımızı kaybedeceğiz.
Bu seviyeye ulaşmak için çaba harcamaz, ucuz çevirilerin ruh sağlığına zararlı anlamları ile oyalanmayı sürdürürsek, hiçbirimizin, Firavun'un eşi, Lut'un hanımı, Adem'in karısı şeklindeki çevirilere istinaden Kur’an'ı anladığımızı, anlayabileceğimizi söylemeye hakkımız olmaz.
Bu çevirileri utanmadan önümüze getirenlerin, Kur’an'ı anlama, onun feyz u hikmetinden istifade etme seviyeleri bu olursa, çevirilere mahkûm edilen halkın seviyesi nice olur? Binaenaleyh bir-iki çeviriden birkaç ayet iktibas edip ahkâm kesenlere haksızlık etmeyi bırakalım da onların ellerine bu kötü çevirileri verenlerde hiç suç yok mu, bir de işin bu tarafına bakalım.

Bakalım ve merhûm Elmalılı'nın şu uyarılarına kulak verelim:
Öylelerini görüyoruz ki Kur’an'ı anlamıyor ve tefsîrlere müfessirlerin te’villeri karışmıştır diye onları da kaale almak istemiyor da eline geçirdiği tercümeleri okumakla Kur’an'ı tedkîk etmiş olacağını iddia ediyor, düşünmüyor ki okuduğu tercümeye âlim müfessirlerin te’vili değilse, cahil mütercimin re’yi ve te’vili, hatası, noksanı karışmıştır.
Bu satırların yazıldığı tarih 1935. Şimdi ise 2013 yılındayız.

Ne dersiniz, şimdi daha iyi bir durumda olduğumuz söylenebilir mi?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder