26 Şubat 1999
Nuh'u da tahtalardan ve çivilerden oluşan gemiye bindirdik!
Siz böyle bir cümleyi bir belağat hârikası
olan Kitabımıza yakıştırabilir, Cenab-ı Hakk'ın böylesine özürlü ifadeler
aracılığıyla kullarına seslendiği iddiasını kabul edebilir misiniz?
Daha da ötesi, bu tür komik ifadeleri Kur’an ayetlerinin Türkçe çevirisi sıfatıyla bizlere sunan kimsenin, bizzat Diyanet İşleri Başkanımız olduğuna inanabilir
ya da din ve diyanetimizden sorumlu makamın başındaki bu zâtın kefere kelimesinin bile anlamını
bilmediğine hiç ihtimal verebilir misiniz?
Bu suallere cevabınız olumsuz ise, size bu
yazıyı dikkatle okumanızı
öneririm.
Dostlar
alışverişte görsün!
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'ın
bir Kur’an Meâli
hazırlamış ve yayımlamış olduğu, kamuoyuna ilk kez 14 Şubat 1999 tarihli Sabah gazetesinde yer alan bir
haber-röportaj vasıtasıyla duyuruldu.
Yeni Kur’an Yok Sattı başlıklı bu haber-röportajda, sayın
Başkan'ın “bir yıl geceli gündüzlü çalışarak Kur’an'ı yıllar sonra yeniden
günümüz Türkçesine çevirdiği” bildiriliyor ve 10.000 nüsha basıldığı halde
(piyasaya da sürülmemiş olmasına rağmen) yok sattığı söylenen bu çevirinin Genelkurmay
eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ile Türk
Müslümanlığı kavramını gündeme getiren emekli Orgeneral Ahmet Çörekçi'ye
hediye edildiği ise bilhassa vurgulanıyordu.
Bu arada sayın Başkan da
eserinin özelliklerini sıralarken, “çevirisini sade bir Türkçe ile yaptığını, yorum
getirmeyip ne anladıysa onu yazdığını ve vatandaşa tercih hakkı bırakmadığını”
söylemiş ve eklemiş:
Kur’an'la vatandaşı başbaşa bıraktım!
Kendileri yayımladıkları çevirinin sunuşunda
da şu bilgileri veriyorlar:
Hazırladığımız bu meâlde kullanılan dilin sade ve anlaşılır olmasına özellikle dikkat ettik. Okuyucuların, özellikle gençlerin meâlimizi daha iyi anlamaları için gerekli hassasiyeti gösterdik. İlmî, dinî, fıkhî bir yanlış yapılmaması konusunda titizlikle durduk.
Sayın Başkan'ın bu iddialarının hakikatle ne kadar
kabil-i telif olduğu meselesi bir yana, dikkat ettik, hassasiyet gösterdik, titizlikle durduk gibi
ifadeler ağızlarına dahi yakışmıyor.
Evet yakışmıyor, zira bugüne kadar ilmî seviyesini
(!) test etmemize imkân verecek bir tek eseri dahi olmayan ve hepsinden
önemlisi ilmî kariyeri
sebebiyle değil, idarî
(siyasî) marifetleri sebebiyle o makamı işgal etmekte olduğu bilinen sayın Başkan'ın
Allah'ın Kitabı'nı 1 yıl gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde tercüme
etmeye kalkışmaları bile, kendilerinin dikkat, hassasiyet, titizlik kelimelerini kullanacak en son
kişi olduklarının bir delilidir.
Bir
yıl geceli gündüzlü çalıştığını iddia eden sayın Yılmaz'a sormak
gerekmez mi:
Diyanet İşleri Başkanlığı gibi devletin mühim bir makamını işgal etmiş olan zât-ı âliniz, nasıl oldu da devlet ve millet hizmetinde harcadığınız mesâinizden vakit bulup da geceli gündüzlü çalışarak Kur’an'ı Türkçe'ye çevirebildiniz?
Bu tercüme resmî değil, şahsî
bir çabanın ürünü ve üstelik Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları'ndan neşredilmeyip
özel bir şirket (Kürsü Yayıncılık,
İnş. Ticaret Ltd. Şti.) tarafından basılmış.
Hal böyleyken birileri
çıkıp bu geceli gündüzlü çalışılan 1 yılın hesabını kendilerine sormayacak
mıdır?
Hadi bu ifadenin bir mübalağa içerdiğini kabul
edelim ve kendilerinin mesaî haricinde durup dinlenmeden çalışmış olduklarını
varsayalım. Bu durumda dikkat,
hassasiyet, titizlik kelimelerini nasıl açıklayacak, değil Kur’an'ın
tamamını, Yâsin Sûresi'ni bile 1 yılda çeviremeyeceği her halinden belli
olan sayın Başkan'ı hangi gerekçeye binaen ciddiye alacağız?
Bu
acelenin sebebi nedir?
Acaba sayın Başkan'ı bu denli acele ettiren
asıl sebep neydi?
İlmî birikimleri hiç de müsait olmamasına rağmen, acaba niçin
Allah'ın Kitabı'nı 1 yıl
gibi kısa bir süre içerisinde Türkçe'ye çevirmek cür’etinde bulundular?
Bu suallerin cevabını verebilmek için, elbette
27 Mayıs 1960 İhtilali'nden beş ay sonra Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla
iki genç ilahiyat asistanına (Hüseyin
Atay-Yaşar Kutluay) görev verilerek 8-9 ay içinde (Kasım 1960-Ağustos 1961)
hazırlattırılıp bastırılan Diyanet
Meâli'ni hatırlamak icab ediyor. Çünkü bu Kur’an çevirisine de yine aynı
şekilde yukarıdan gelen resmî
bir emirle başlanmış ve kısa bir sürede bitirilmesi sağlanarak neşredilmişti.
Ne ilginçtir ki her iki çeviri arasında başka
benzerlikler de var. Meselâ 27 Mayıs
Meâli'nin ilk baskısı da piyasaya sürülmeyip hem o devrin komutanlarına
hediye edilmiş, hem de bürokratlara bedava dağıtılmıştı. Nitekim 28 Şubat Meâli de 10.000 nüsha
basıldığı halde piyasaya sürülmemiş ve hem komutanlara, hem de bürokratlara
hediye edilmiştir. Ancak bu sefer —herhalde özel bir şirket bastığı için— farklı bir yol tutularak Diyanet
İşleri Başkanlığı personelinin bu çeviriyi zorla satın almaları sağlanmıştır.
Bizce bu yollara tevessül etmekten vazgeçilmelidir, zira bu durumda birileri
tarafından, bir zamanlar, Kur’an'ın daha iyi anlaşılmasıyla ve Türkçe tefsirler
yoluyla İslâmî terör olamayacağını
kanıtlamaktan söz eden sayın Başkan'a (Aktüel, 8-14 Nisan 1993), “Diyanet personeline zorla meâl satılmasının islâmî terör (!)
kapsamına girip girmediği sorulabilir.
Başkanlık
ve mesuliyet
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'ın yayımladığı
Kur’an Meâli'ndeki hataları
zikretmeden önce, esas itibariyle bu çeviriyi ilmî bir eleştiriye lâyık
bulmadığımızı bilhassa belirtmek isteriz. Çünkü sayın Mehmet Nuri Yılmaz'ın
ciddiye alınabilecek derecede ne Türkçesi,
ne Arapçası, ne de Tefsir ve Tercüme İlmi'ne vukûfiyeti
vardır, binaenaleyh 1 yıl gibi kısa bir zaman içerisinde hazırlanmış bu
çeviriyi bir tedkik ve tenkidin konusu yapmamızın en önemli nedeni, sadece
sayın Yılmaz'ın işgal ettiği makam ve taşıdığı ünvandır.
Bir zamanlar merhum Rifat Börekçi'lerin, Şerefeddin Yaltkaya'ların, Ahmed Hamdi Akseki'lerin,
Ömer Nasuhi Bilmen'lerin işgal ettikleri bu makam bugün bu derekelere
düşürülmemeliydi ve bu makamı işgal eden zât, Allah'ın Kitabı hakkında böylesine
boyunu aşan işlere kalkışmamalıydı. Nitekim sayın Başkan'ın bu lüzumsuz ve
cür’etkâr teşebbüsü, gerek Diyanet,
gerekse İlahiyat
câmiasına mensup birçok kıymetli ilim adamı tarafından esefle izlenmekte ve
fakat mesele Allah'a havale edilip bu hususta sükût ihtiyar edilmektedir.
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır tarafından hazırlanan
Hak Dini Kur’an Dili gibi
muhalled bir eserin altında imzası bulunan bir kurumun Başkanı'nın Diyanet ve İlahiyat câmiasının başını öne
eğdirecek bir çeviriyle kamuoyunun önüne çıkmasının, hiç kuşku yok ki eleştiriyi
gerekli hâle getiren bir hususiyeti vardır. İşte bu hususiyete binaen bu
eleştiri yazısı kaleme alınmış ve fakat yer darlığı sebebiyle tesbit edilen
yüzlerce hatadan sadece bir kısmına işaret etmekle yetinilmiştir.
Türkçe'ye vukûfiyetsizlikten
kaynaklanan hatalar
Sayın Başkan'ın Türkçesi hakkında bir fikir sahibi
olabilmek için beş-on dakikalik bir beyanâtını dahi kendi sesinden dinlemenin
yeterli gelebileceği düşünebilirse de Türkçe'ye vukûfiyet derecelerini eldeki
çeviriye istinaden tesbit etmek daha isabetli olacaktır.
● Nuh'u da tahtalardan ve çivilerden oluşan gemiye bindirdik! (Kamer: 13)
● Şüphesiz bunda aklı olan veya huzurlu bir kalp ile kulak veren kimse için elbet ders vardır! (Zariyat: 37)
● Namaz için gece kalk; uyuyacağın birazı hariç. (Müzzemmil: 2)
● Allah da biliyor ki sen O'nun şüphe götürmez peygamberisin! (Münafikun: 1)
● Sudan bir insan yaratarak aralarında soy ve akrabalık bağları kuran O'dur! (Furkan: 54)
● Boyun eğme, her çok yemin eden aşağılanmışa. (Kalem: 10)
● Gerçekten şu beyinsizimiz Allah hakkında pek saçma şeyler söylüyordu. (Cin: 4)
● İşte sana gerçek olarak anlattığımız bunlar, Allah'ın varlığının delilleridir. (Casiye: 6)
● İçimizden birisi olan bir insana mı uyacağız? (Kamer: 24)
● Şüphesiz bu Allah'tan korkanların dışındakilere ağır gelir. (Bakara: 46)
● ... demiştiniz de gözünüz göre göre sizi yıldırım çarpmıştı. (Bakara: 55)
● Allah'a karşı gelmekten korkanlardan olabilmeniz için... (Bakara: 63)
● Doğrusu insanlar için kurulan ilk mabet, Mekke'deki kutsal ve âlemlere hidayet olan Kâbe'dir. (Âlu İmran: 96)
● Müminlerden özür sahibi olanlar dışında oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda savaşanlar eşit olmaz. (Nisa: 95)
● Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından bir yaşama, bir selam verin! (Nûr: 61)
● Şüphesiz o Kur’an şerefli bir peygamberin Allah tarafından gönderilme, sözüdür. (Hakkâ. 40)Arapça'ya ve Tefsir İlmi'ne vukûfiyetsizlikten kaynaklanan hatalar
Aşağıdaki misallerde ayrıca Türkçe zaaflarına
işaret etmeye gerek görülmemiştir.
● Şüphesiz benim bildiğimi siz bilemezsiniz. (Bakara: 30)
“Muhakkak
ki ben sizin bilemeyeceklerinizi bilirim” şeklinde Türkçe'ye
çevrilebilecek olan ibarenin grameri mütercim tarafından hiç anlaşılmamış ve bu
nedenle ayet tamamen yanlış çevrilmiştir.
● Hendeğe atılanlar öldürüldü. (Buruc: 4)
“Öldürüldü”
şeklinde çevirilen قُتِلَ fiili, kahrolsun anlamına gelmekte, ashab-ı uhdud ile de hendeği atılan müminler değil, bilakis müminleri hendeğe atanlar kastedilmektedir.
● Çok olmakla övünme yarışı kafanızı o kadar meşgul etti ki nihayet kabirleri ziyaret edip onları bile saymaya kalkıştınız. (Tekasür: 1-2)
Cümlenin ilk kısmı tamamen yanlış tercüme edilmiştir.
İkinci kısma gelince, “... ölüleri saymaya kalkışmak” ifadesinin Kur’an'da
hiçbir karşılığı bulunmamaktadır.
حَتَّى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ (kabirleri ziyaret etmek) ifadesi ise Arapça'da ölmekten
kinayedir ve mezara girene/ölene kadar... anlamına gelir.
● Allah'ın size geçiminiz için verdiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin. O mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin! (Nisa: 5)
Beyinsizler diye Türkçe'ye çevrilen السُّفَهَاء kelimesi, esasen kendi başlarına
menfaatlerini takdir edemeyecek durumda olan, yani yasal olarak vesayet altında
tutulması icab eden yetimler (çocuklar) mânâsındadır ve bu siyak
içerisinde hakaret (!) anlamı taşımamaktadır.
● Elbiseni temiz tut, kötü şeyleri terket. (Müddessir: 4-5)
“Nefsini arındır ve şirkten kaçın!” anlamına gelen
bu ayetlerdeki ثِيَابَ ve الرُّجْزَ kelimelerinin birer deyim
oldukları hiç farkedilmemiştir.
● Üzerlerine ebabil kuşlarını salıverdi. (Fil: 3)
طَيْرًا أَبَابِيلَ terkibi bir kuş cinsine işaret etmez
ve sürü sürü kuşlar (kuş sürüleri) anlamına gelir.
● Eğer siz benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, onlara [müşriklere] gizli muhabbet besliyorsunuz demektir. (Mümtahine: 1)
Ayetin aslında burada söylenenin tam tersi kastedilmiştir. Mütercim, ilk cümlenin cevabının hazf
edilmiş olduğunu anlayamamış, herhangibir tefsire bakıp işin
doğrusunu öğrenmeyi de akıl edememiştir.
● İnkâr edenlere gelince, onları uyarsan da uyarmasan da birdir, onlar imana gelmezler. (Bakara: 6; krş. Münafikûn: 6)
Kâfirleri uyarıp uyarmamak nasıl bir olur?
Mütercim
bu ve diğer ayette ne söylenmek istendiğini anlamamıştır. Burada kastedilen
uyarıp uyarmamanın onlarca
bir olduğudur (سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ), yoksa uyaran açısından mesele hiç de böyle değildir.
● Allah rızası için .... mal veren... (Bakara: 177)
Doğrusu, “sevdiği halde/sevmesine rağmen... mal veren” olacaktır.
Mütercim, zamirin merciini takdir, harf-i cerin işlevini (عَلَى حُبِّهِ) tayin edememiştir.
● Ey Nuh, eğer bu davaya son vermezsen mutlaka taşlanmışlardan olacaksın, dediler. (Şuara: 116; krş. Duhan: 20)
“Taşlanmışlardan olmak” şeklinde bozuk bir biçimde
Türkçe'ye çevirilen لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ ibaresi taşlanarak
katledilmekten kinayedir ve katledileceksin/öldürüleceksin demektir.
Bir gazete yazısında Arapça'nın ve Tefsir İlmi'nin
inceliklerine daha fazla dalmayı gerekli bulmadığımız için şimdilik bu
misalleri yeterli buluyoruz.
[Hatalı çevirilere misal teşkil etmesi bakımından
ayrıca bkz. Bakara: 5, 25, 28, 118, 120, 171, 285; Âlu İmran: 7, 16, 42, 44,
71, 83; Nisa: 70, 80; Mâide: 6, 46; Araf: 85; Ahkaf: 11, 14, 17, 35; Hucurat:
14, Zariyat: 7-8; Vâkıa: 51; Hadid: 3; Kalem: 1-2; İnsan: 1; Mürselât: 6-7;
Nebe: 1-3, 9; Naziat: 3-4; Tekvir: 7, 22; İnfitar: 9, 17-18; Beled: 3; Tin: 1;
Alak: 4; Kadr: 4; Maun: 1, Tebbet: 4]
Ciddiyetsizlikten
kaynaklanan hatalar
Sayın Başkan'ın çevirisinde yüzlerce tashih hatası
bulunmaktadır ve bunun da eseri alelacele neşretmek isteğinden kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
Bu acelecilik, tashih hatalarının yanısıra pek tabii ki birçok
anlam kaymalarına ve tekrarlara sebebiyet vermiştir.
İşte birkaç misal:
● Yoksa Allah'a karşı bir şey mi söylüyorsunuz? (Bakara: 80)
Ayetin aslında geçen bilmediğiniz ifadesi atlanmıştır:
“bilmediğiniz birşeyi mi...”
● Size vadedilen yakın mıdır, yoksa Rabbın onun için uzun bir süre mi koyacaktır? (Cin: 25)
Doğrusu, “yoksa Rabbim...” olacaktır.
● Sonra göre göre bunu ikrar etmiştiniz; buna siz şahitsiniz. (Bakara: 84)
Ayetteki göre göre ile siz
şahitsiniz ifadelerinden biri gereksizdir.
● Ey Muhammed, onun için sen bizi anmaktan yüz çevirip de sadece dünya hayatını isteyen kimseden sen de yüz çevir. (Necm: 29)
İtalik dizilen kelimelerden biri gereksizdir.
● Kim samimi olarak yüzünü Allah'a tertemiz teslim ederse... (Bakara: 112)
Ayetteki samimi olarak ile tertemiz
ifadelerinden biri gereksizdir.
İşgüzarlıktan
kaynaklanan hatalar
Sayın Yılmaz, bir kelimenin anlamının değiştirmenin
ve/veya korumanın ne denli önemli ve tehlikeli bir müdahale anlamına geldiğini
takdir edemediğinden olsa gerek ki Kur’anî tabirleri standartlaştırma yoluna gitmiş ve meselâ ez-Zikr, en-Nûr, el-Hadîs kelimelerinin
yerine birçok defa (msl. Talak: 10, Hicr: 9, Kalem: 51; Teğabün: 8; Kehf: 6;
Kalem: 44) ve lüzumsuz yere Kur’an
kelimesini koymuştur. Kezâ er-Ruh
kelimesini Cebraille (msl. Mearic: 4); buna mukabil en-Nüfûs kelimesini ruhla (msl. Tekvir: 7); rükû, secde-sücûd kelimelerini namazla (msl. Mürselât: 48); ümmî kelimesini okuryazarlığı olmamakla (msl.
Bakara: 78; Cuma: 2), küfür-kâfir
kelimelerini ise inkârla
(msl. Bakara: 28) tercüme etmeyi bir marifet bilmiş, Kur’an'ın kullandığı kelimelerin
kendi siyakları içerisinde farklı vurgulara sahip olabileceklerini (el-vücûh ve'n-nezâire dâir
incelikleri) bir türlü takdir edememiştir.
Oysa Diyanet İşleri'nde vazife yapmakta olan
hocaefendilerden hiç değilse birkaçına danışmak fetanetini gösterselerdi,
sanırız onlar kendisini bu cüretkâr müdahaleler konusunda uyarırlar ve belki de
aralarından bir-iki hamiyet sahibi çıkıp kendisine bu işten vazgeçmesini salık
verirlerdi.
Halkın ihtirasa değil, cehd u gayrete
ihtiyacı var!
Allah'ın
Kitabı'nı kendi dillerinde okumak ve anlamak hiç kuşkusuz
ki bu milletin hakkıdır ve ciddi bir Kur’an çevirisi hâlâ bu ülkenin insanları
için en önemli ihtiyaçtır. Lâkin kopyalama
yöntemiyle ve alelacele
hazırlanmış çevirilerle bu ihtiyacın karşılanması mümkün değildir. Nitekim Allah'tan
ve Ahiret Günü'nden korkan ve Kur’an-ı Kerim gibi âlemlere rahmet olarak
indirilmiş bulunan bir Kitab'ı tercüme etmenin güçlüğünü takdir edecek durumda
olan kimselerin bu hakikati hiç tereddütsüz kabul edeceklerine inanıyoruz. Bu
bakımdan Kur’an çevirileri, siyasî iradenin veya ticarî ihtirasın sun‘î zorlamalarıyla değil, ilim
ehlinin tabii gayretleriyle
ortaya çıkmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanı sayın Mehmet Nuri Yılmaz'ın
bu yazıda tenkid konusu yaptığımız teşebbüsüne gelince, hiç kuşku yok ki milletin irfanı bu çeviriyi lâyık
olduğu yere yerleştirecek ve tarih
de bu konudaki kesin hükmünü verecektir. Huzur-u Mahşer'de ise başımıza ne geleceğini hiçbirimiz bilemeyiz!
* * *
T.C.
Zeytinburnu
Cumhuriyet
Başsavcılığı
Hazırlık
no: 1999/4435
Karar
no: 1999/2233
TAKİPSİZLİK KARARI
Davacı:
K.H
Müşteki:
Mehmet Nuri Yılmaz
Sanıklar:
1- Ali Teker; 2- Dücane Cündioğlu
Suç:
Basın yolu ile hakaret
Suç tarihi: 26.2.1999
26 Şubat 1999 tarihli
Yeni Şafak gazetesinin 9. sayfasında Dücane Cündioğlu tarafından yazılan Diyanet İşleri Başkanı Kur’an Meâli
Hazırlayabilir mi? başlıklı makalenin içeriğine göre sözkonusu yazıda
yazarın ifadede kullandığı gerek cümle ve kelimelerin herbiri, gerekse yazının
bütünü normal eleştiri sınırlarını aşan bir kasdı ihtiva etmediği görülmekle,
düşünce özgürlüğü mevcut olan ve demokrasi ile idare edilen ülkelerde bu tür
eleştirilerin doğal sayılması gerekeceğinden suçun yasal unsurları
oluşmadığından sanıklar hakkında takibat mahalline itirazı kabil olmak üzere
kararın müşteki ve sanıklara tebliğine karar verildi. 23.6.1999
Zeytinburnu C. Savcısı

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder