21 Mayıs 2006
Duyulan,
verilen, çekilen, artan ve azalan bir duygunun adı ıztırab.
Iztırab
duyuyoruz, ıztırab çekiyoruz, bazen de başkalarına ıztırab
veriyoruz. Öyle ki ıztırabımız
bazen artıyor, bazen de azalıyor.
Bu
sözcük farklı şekillerde yazılabiliyor: ıztırab, ızdırab, ıztırap, ıstırap...
Niçin?
Bu, lisan-ı dad olarak da bilinen Arapça’daki ض harfinin bir cilvesi.
Bakınız biz bile Arapça’ya özgü bu sesi, bugünkü Latince alfabemiz sayesinde d ile yazmak zorunda kalıyoruz.
Bu nedenledir ki hâlâ, işaret anlamındaki delâlet (دلالة) ile sapkınlık/şaşırmışlık anlamındaki dalâleti (ضلالة) birbirinden kolay kolay ayıramıyoruz. Oysa ilki د (dal) ile,
ikincisi ض (dad) ile. Çaresiz, ince olanını de,
kalın olanını da yazıp işin
içinden çıkıyoruz. Fakat bu ses, kelime sonlarına gelince iş iyice karışıyor ve
bu sefer z harfi çıkıyor karşımıza: تواضع (tevazu), موضوع (mevzu), وضعية (vaziyet), vb.
O
kadar da önemli mi, ıztırab olsa
n’olur, ıstırap olsa n’olur?
En
nihayet iki ağız, iki şîve, iki telâffuz biçimi.
Anlamı da belli değil mi
zaten, dert, acı, sıkıntı, azap, zahmet,
eziyet. Dolayısıyla bizler
Türkçe olarak da acı duyuyoruz, acı çekiyoruz, başkalarına acı veriyoruz. Bizim de acımız artıyor veya azalıyor.
Öyleyse bu başa belâ sözcüğü kullanmakta niçin ısrar
edelim?
Bu
kolaycılığa kolayca prim vermeden önce biraz düşünelim isterseniz, durup
düşünelim, önce duralım ve hiç değilse, sonra düşünelim:
darbe yapmak
Bu
tabiri işitir işitmez aklınıza ne geliyor: ihtilâl yapmak, yönetime el koymak,
vs.
Peki
ya,
darbe vurmak
Öyle ya, meselâ, adamı bir darbede yere yıkmak, gibi ifadeleri
duyunca ne düşünüyorsunuz?
Bir darbede,yani bir vuruşta...
İyi ama, vurmak/vuruş anlamına geliyorsa şayet, darbe nasıl vuruluyor o zaman? "Bir vuruş
vurmak" gibi mi?
Bir
de darbe indirmek var ki aman aman, ihanete eş bir melânet, bazen kalbe
hançer sokmak ya da arkadan bıçaklamak kadar beklenmedik sinsice bir
davranış.
darbe yapmak
darbe vurmak
darbe indirmek
Geçelim.
Evet, darbeden darba doğru geçelim.
Tahmin edilebileceği üzere, darb sözcüğü vurmak anlamına geliyor. Nitekim darphanenin darbı da buradan gelir, (para) basmak demektir.
Sanırım burada vurmak ile basmak arasındaki bağlantıyı
farketmek güç olmasa gerek!
Biraz
güç olanı ise şu:
darb-ı mesel
Yani bir misal vermek, bir deyiş, bir
özdeyiş aktarmak, yani bir tür örneklendirme, yani bir nevi hikâyecilik.
Son
olarak, bir de sazın tellerine vuran şu garip mızrabı (مضراب) hatırlayalım. Mızrab tellere vurunca teller titrer,
titreşir ve o titreyişten de âhenk, uyum, ezgi, melodi, harmoni ortaya çıkar,
çokluk hüzün veren, acı veren, kalbi yakan ezgiler...
Bizim
peşine düştüğümüz, ve, amaan sende, deyip bir tarafa attığımız ıztırab (اضطراب) sözcüğünün kökünde de işbu darb (ضرب) var; ama basitçe vurmak veya vuruş mânâsıyla değil, bilâkis ürperme, titreme, titreyiş mânâsıyla.
Anlamı
sadedinde zikredilen sözcüklerin hiçbiri ıztırabın
eşanlamlısı, hatta yakınanlamlısı bile değildir. Bu bakımdan siz ıztırab’ın
mânâsına bakmayınız, asıl mefhumundaki derinliğe ulaşmaya çalışınız.
Vurmak veya vuruş bir eylemdir. Burası açık.
Her eylem bir harekettir. Burası da açık.
O halde biraz gayretle şu sonuca
varılabilir:
Iztırab kalbin hareketidir, gönlün eylemidir, aşk sebebiyle kalpte
oluşan titremedir, titreyiştir. Öyle nazlı, öyle ince, öyle yakıcıdır ki kalbin
bu titreyişini derûnumuzda duyarız
(ıztırabı hissederiz), bu titreyişe katlanırız (ıztırap çekeriz), dolayısıyla
bu titreyişin miktarı elimizde olmaksızın bazen çoğalır, bazen de azalır.
Kısaca, bu titreyişin, bu eylemin, bu hareketin adıdır ıztırap!
Iztırab, derdin büyüklüğü ile orantılı olarak kalpte oluşan titreyiştir.
Iztırab, derdin büyüklüğü ile orantılı olarak kalpte oluşan titreyiştir.
Aklın hareketine düşünme (nazar) diyoruz. Şayet bu hareketin istikameti bilinenden
bilinmeyene doğruysa, düşünme’nin kendisinin değilse bile yolunu doğru, bilinmeyenden bilinene doğruysa yanlış olarak adlandırıyoruz.
Arzuladığı şeye kavuşması
hâlinde sevinç, kavuşamaması
hâlinde de üzüntü duyan kalbin
hareketine ise titreyiş (ıztırab)
adını veriyoruz, artan veya çoğalan bir titreyiş.
Sevinç kalbin hareketini durdurur, gönül
doyuma ulaşmıştır çünkü.
Üzüntü ve dert ise kalpteki titreyişin sürmesi anlamına gelir.
İşte ıztırabın sürekliliğine yol açan da bu mahrumiyet duygusudur, derdin şiddetidir ve şiddet artınca, tabiatıyla ıztırab ister istemez aşka dönüşür.
Sizin anlayacağınız, aşk tam anlamıyla bir
ıztırabdır! Sürekli bir ürperme, bir sürekli titreyiştir.
Ezeli ürperişin adıdır aşk! Başlangıçta kalbin güm güm vurması, ve fakat zamanla için için vuruşa dönüşerek bir ürperiş, bir titreyiş halini almasıdır.
O ıztırab sahiplerine ne mutlu!
Hakikaten onlar
mahzun ve fakat hallerinden memnundurlar.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder