8 Aralık 2007
Sözün yalanını yalansızından ayıran
parlaklığıdır.
Söz ne denli parlak, ne denli göz kamaştırıcı,
ne denli gösterişli ise, o denli yalandır.
Niçin?
Çünkü yalanın temelinde parlaklık, gösteriş ve abartı vardır.
Başka bir
ifadeyle gösteriş ve parlaklık yalanın özündedir.
Gösterişli yalanlardan, süslü püslü lâflardan,
parlak vaadlerden her söz edilişinde, aslında, sırf gerçeğe benzesin diye söze
harcanan emeğin yoğunluğuna atıf yapılmış olur.
Söz üzerine ne kadar çok cilâ çekilirse,
gerçekle, o gerçeği temsil eden/etmesi gereken söz arasındaki uzaklık da o
kadar büyür.
Sadece yalan’ın özü mü, kökü de bu parlaklığı
ele verir.
Yalan’ın yala(n)mak’la, yalazla(n)mak’la, yaldızla(n)mak’la akrabalığı üzerinde birazcık düşünmek bile,
sanırım, şu ünlü yalan lafzına parlaklığının
nereden geldiğini görmek için yeterli olacaktır.
Lütfen önce ateşi tasavvur ediniz, sonra o
ateşin alevini, ve en nihayet alevin parlaklığını, o takdirde, yalan’ın
özündeki gösterişi, abartıyı, parlaklığı görmekte hiç zorlanmazsınız.
Yaldız’daki yal, yalan’daki yal ile kolayca birleşiverir, zira ikisi de yal(a)maktan gelir. Öyle ki yanlarına yalın ve yalım sözcükleri de de bitişmekte hiç tereddüt etmezler.
Yalın’da ateşin ısısı, yalan’da ise alevi
belirleyicidir.
Alevlerin aldatıcı parlaklığı sözün üzerini örtünce yalan
ortaya çıkar. Başarılı yalanlar her defasında göz kamaştırır. Gerçek, sözün
parlaklığıyla örtülür. Kim gürültü yapıyorsa, kim gereksiz yere sözü
çoğaltıyorsa, kim sözü parlatıyor ve alevlerin, sözü, üzerinden yalamalarına
izin veriyorsa, o yalancıdır.
Edebiyatta mecaz, unutmayınız ki hakikatin
karşıtı olarak kullanılır. Kelimenin bir hakikî
anlamı vardır; bir de mecazî anlamı.
Bu yüzdendir ki Araplar, mecaz yalanın
kardeşidir, derler.
Evet, mecaz bir sanattır. Sanatsa mecazın ta
kendisi.
Edebiyatın tam da aksine bilimde kelimeler
mecazî değil, hakikî anlamlarıyla kullanılır.
Niçin?
İşin içine dolayım karıştıkça
hakikatten uzaklaşılmış olacağı için.
Dolayım, yani süsleme, yani parlatma,
yani gösteriş.
Dolayım, yani mecaz, yani yalan.
Bilimde yalın,
sanatta ise yalan olanın
belirleyiciliği, ateşin ısısı ile ışığının farklı sonuçlara yol açmasından
kaynaklanır. Işık şiddetlenirse yalanın gösterişi artar, ısı artarsa curufat
erir ve sözün özü yalın bir biçimde
ortaya çıkar.
Yalın olan, veciz olandır. Vecize
ise özlü söz demektir; yani yalın, yani süsten püsten uzak, yani
olabildiğince en az ve en kısa ve fakat en zengin şekilde hakikati ifade veya
temsil eden söz.
Bilim dili veciz olmak zorunda. Yalın.
Dolayımsız. Kısa ve kesin. Süsten püsten, gösterişten uzak. Sanatın diliyse
mecazî olmak zorunda. Dolayımlı. Sanatlı. Gösterişli. Yalan.
Siyaset ve ticaret, yalın olandan hoşlanmaz.
Siyaset de, ticaret de birer sanattır. Yalana ihtiyaç duymaları da, yalanı
sevmeleri de bundan.
Edebiyatta yalanın adı mecaz, siyasette yalanın adı propaganda, ticarette reklam, gazetecilikte haber.
Erbabı, yalan söylemek ile gerçeği
söylememek arasında ayrım yapmaktan yanadırlar. Farkeder mi acaba?
Gerçeği
göstermemek ile gerçek-olmayanı göstermek arasında ne kadar fark varsa, o kadar
farkeder.
Gazetecilik, yolu siyaset ve ticaretle kesişen
ender sanatlardan biridir. Daha doğru bir telâffuzla gazetecilik zor bir
zenaattir.
Zorluğu yalınlığa tahammül edemeyişinden gelir. Yalın olmak, çıplak
olmak demektir, soyunmak demektir. Gazeteci ise soyunan değil, soyan adamdır.
Yalın olamaz, yalana ihtiyacı vardır, yani ısıya değil, ışığa. Gazetecilerin verdikleri haberlerin, yaptıkları yorumların çokluk ya propaganda ya da reklam kokması boşuna değildir. Yandaşsa haberin adı çığırtkanlıktır, yani propaganda. Muhalifse karşı-propaganda.
Bu vadide reklam (ticaret) ve propagandanın (siyaset) tehlikelerinden uzak bir biçimde iletişim kurmak mümkün değil midir?
Elbette mümkündür. Lâkin hatırda tutmak gerekir ki çıkarlardan azadelik, her âdemin kârı da değildir. Kişinin çiğneyemeyeceği sınırları, ters düşemeyeceği ilkeleri olmalıdır. Sınır yoksa suç da yoktur, suçluluk duygusu da.
Ey talip, bil ki yalanın
en etkini doğruya en yakın olanıdır, en yalın olanı yani.
Gösterişli yalanlardan korkma, böylesi
yalanlara kananlara da üzülme. Ahmaklar yalanlarla beslenirler çünkü. Yalan gıdalarıdır.
Üzerinde ne kadar sos, ne kadar süs varsa, o kadar iyidir, o kadar
besleyicidir, o kadar oyalayıcıdır.
Düşmanın yalanları, gösterişli, süslü püslü,
abartılı, vurgulu yalanlardır.
Dostun yalanı ise olabildiğince yalın,
olabildiğince doğruya yakın, olabildiğince süsten püsten uzaktır. Bu yüzden devası da
yoktur, çaresi de.
Başkalarının söylediği yalanları anlamak kolay, peki ya insanın bizzat kendisine söylediği yalanları anlamak?
Henüz kendimi tanımazken yabancı şeyleri bilmeye çalışmak bana gülünç
geliyor, der Platon, ve her defasında Delphi tapınağının girişindeki o ünlü öğüdü hatırlatır:
γνῶθι σεαυτόν!
İnsanın kendisini bilmesi demek, ey talib, kendisine kendisinin söylediği yalanları bilmesi demektir. Kendi gölgesini. Çünkü yalan hakikatin gölgesidir. Yaşamlarını hep yanyana sürdürürler.
BİR DİYALOG
SOKRATES İnsana öyle geliyor ki konuşmanın her türlüsüne tatbik olunabilecek tek bir sanat vardır ve sanat, gerçekten varsa, insana, hatıra gelebilecek her durumda her şeyi her şeye benzetmek ve başka biri de bu benzetme işini aynı derecede yapabiliyorsa onun oyununu ortaya çıkarmak yetkisi veriyor.
PHAIDROS Ne demek istiyorsun?
SOKRATES Şöyle dersem düşüncemi daha iyi anlatmış olacağım: İnsan çok farklı şeyler karşısında mı yanılır, yoksa az farklı şeyler karşısında mı?
PHAIDROS Az farklı şeyler karşısında.
SOKRATES Öyle ya, bana hissettirmeden bu yanımdan şu yanıma geçmek istesen, buna usulcacık geçmekle mi muvaffak olursun, yoksa geniş adımlarla geçmekle mi?
PHAIDROS Bu da sorulur mu!
SOKRATES Demek ki kendisi aldanmaksızın başkasını aldatmak isteyen adam, şeylerin benzerliklerini ve başkalıklarını iyice ayırtedebilmelidir.
PHAIDROS Başka türlü olmaz.
SOKRATES Bir bir herşeyin hakikatini bilmedikçe, bilmediği şeyin öteki şeylerle benzerliği az mı çok mu bunu seçebilir mi?
PHAIDROS Seçemez.
SOKRATES Demek ki hakikate uymayan bir hüküm verdiğimiz ve yanıldığımız zaman, bazı benzerlikler yüzünden yanılmış oluyoruz. (Platon, Phaidros, 261e - 262b)


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder