16 Ekim 2010
Sergei Eisenstein’ı içeriksiz biçim, Charlie Chaplin’i ise biçimsiz içerik olarak yorumlar Kubrick.
Haklıdır da.
Biçim (form) sözcüğünün yerine burada hem de hiç tereddüt etmeden kuram sözcüğünü yerleştirebiliriz.
Hakikaten de Eisenstein, kuramcı da kelime mi, kuramın ta kendisidir.
Sinemayı düşüncenin ışığı altına neredeyse
zoraki sürükleyen adamdır. Düşüncenin,
yani diyalektiğin ışığı altına.
Ne ki birçok Batılı gibi diyalektiğin çoklu
salınımlarına susuzdur.
Tez-antitez-sentez.
Görmek istediği bir tek
bu üçlemenin ne denli saçaklanabileceği, ve karşıtlıkların kontrol edilebilir
sonuçları. Bilhassa suret ve form açısından.
Oysa her çarpışmanın, her çatışmanın muhtemel
sonuçları sonsuzdur. Zihinde değil, yaşamda.
Hele hele yaşamda.
Eisenstein çağdaşları tarafından da
formalizm ile suçlanmıştır. Ne ki yapmayı istediklerine nazaran değil,
yaptıklarına nazaran.
Tutku dolu bir zekâ bu denli mi hor
kullanılır?
Eisenstein’ı içeriksiz biçim
hâline getiren de işte bu horlamadır.
Toplumun ve devletin isteklerine boyun eğdikçe
içeriğini kaybeder. İçeriğini, yani duygularını.
Hegel, bu diyalektik ustası, Doğulu bilincin sonsuzluk tutkusunun farkındadır. Tanrı’nın isimleri konusundaki haklı çoğulculuklarının da.
Birlikteki çokluğa, hatta sonsuzluğa o denli
düşkündür ki Doğulu bilinç, Tanrı’ya yüklediği isimlerin sınırlanmasından
hoşlanmaz.
En güzel isimler O’nundur. En güzel
yüklemler.
Hegel de bu hakikati teslim eder nitekim.
Und die orientalische Erkenntnis besteht demnach in einem rastlosen Aufsuchen solche Prädikate.
(VE Doğu bilgeliği bu yüklemler uğruna sonu
gelmez bir arayıştan oluşur.)
İnsan bilinci ya-ya da arasında ezilmekten
ancak böyle kurtulabilir. Yüklemin sonsuzluğuyla.
Tanrı’nın isimlerini sınırlamayarak, yani
tecelliyâta saygı duyarak.
Eisenstein sinema dilinin büyük
ustalarından. Parça (çekim) ile bütünün (kurgu) diyalektiğine odaklanmış bir
dikkatin sahibi.
Tektonik yapılara düşkün bir mühendis kafası
gibi bakar sanatına, ya parçadan bütüne, ya da bütünden parçaya. Çatışmanın
bütün heyecanı bütün (kurgu) ile parça (çekim) arasındadır.
Yasalar, işte böyle çıkar. Kullanım
isteğinden. Önceden tayin edilmiş kurallarca amacın belirleniminden. Sınırlama
arzusundan.
Sınırlama ve tanımlama arzusu. Tayin ve
tahdid isteği. Mümkün olduğunca alanı belirleme.
Sesi ve görüntüyü.
Akustik alan ile optik alanı.
Düşünmek demek belirlemek demektir. Bölmek ve
toplamak. Ayırmak ve bir araya getirmek.
Kısacası tahlil ve terkib.
Burada ihmal edilen parçalarla parçaların
ilişkisidir.
Bütünü dikkate alan hiçbir yapı sınırları
belirleme isteğine karşı koyamaz. Bu nedenle dikkati bütünüyle parçalar-arası
çatışmaya vermek gereksizdir. Lükstür. Bir an evvel bütüne ulaşmalıdır. Ne
yapıp edip bütüne, simetri’ye, euritmi’ye, düzene, yapıya, kurguya,
kemâle.
Belirsizliklerin sultanı, Tarkovsky, bu
nedenle pek hoşlanmaz bu yasa adamından. Eisenstein’den. Kurguculuğundan.
Tam da aksine o belirsizliği sever. Parçaları.
Görünmez bir bütünün parçalarını.
Bağırmaz. Gözümüze sokmaz. Bütünü va’detmez.
Çözümü.
Çözümlemez hiçbir şeyi. İşaret eder bir tek.
İnsanın acziyetine hürmet eder.
Ne garip değil mi, renkler üzerine çalışırken ölür Eisenstein.
Düşünürken.
Daha da garip olanı, benim payıma düşen de pek
farklı değil.
Ölürken düşünmek.
Renkler içinde.
* * *
Unutma ey talib, vuslat hep karanlığa ihtiyaç duyar. Geceye yani. Siyaha. Günaha. Esrara. Batına. Meçhule.
Bu yüzden özü gereği aydınlıktan kaçınır. Gündüzden. Beyazdan. Zahirden. Malumdan.
Malumat aydınlıkta satılır, gün ortasında. Oysa irfan, yüzünü, talibine karanlıkta gösterir.
Alacakaranlıkta.
Krizin içinde.
Kuyunun dibinde.
Fırtınanın ortasında.
Acz içinde.
Çaresizken.
Ümidi tükenirken.
Lâ değil, illâ derken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder