31 Ekim 2000
1924’de Viyana’da doğmuş.
Matematik, Fizik, Astronomi, Tiyatro ve Opera’yla ilgilenmiş.
II. Dünya Harbi’nde
Nazi subaylığı yapmış.
Kendisi bir bilim felsefecisi, belki biraz
felsefeci, biraz sanatçı, biraz da musikişinas.
İflah olmaz bir muhalif, bir
anarşist.
Savaşın bedelini ağır ödeyenlerden. Her açıdan izlerini yıllarca
taşımış. İktidarsız kalmış meselâ. Bir de aksayan, bir türlü iyileşmeyen,
kendisini sürekli ağrılara mahkûm eden sakat bir ayak.
Hangi tarafta savaştığı
önemli olmayan bir Alman.
Kendisi de belirtiyor:
Geçmişte neleri niçin yaptığımı söyleyemem, sadece neleri nasıl yaptığımı anlatabilirim.
Geniş çevrelerce tanınmasını sağlayan Against
Method (1975) adlı eseri Türk okurunun yabancısı değil: Yönteme Hayır:
Bir Anarşist Bilgi Kuramı’nın Ana Hatları (İstanbul, 1989).
Türkçe’ye çevrilen başka eserleri de var.
Özgür Bir Toplumda Bilim (1991)
Akla Veda (1995)
Bilgi Üzerine Üç Diyalog (1993)Tanınan, bilinen, ciddiye alınmayan biri ve fakat cazibedâr. İlgi çekmeye çalışmış ve muvaffak olmuş. Ne var ki pek sevilmiyor. Meslektaşlarının çoğu kendisinden yaka silkmiş. Devrinin ciddi teorisyenlerinin canına okumuş.
Anything goes (Ne
olsa gider) deyişi ona ait.
Bana kalsa, bu ifadeyi “Hepsinin canı cehenneme!”
şeklinde Türkçeleştirmeyi tercih ederdim.
Nesnellik, bilimsellik, hakikat, mantık,
isbat, doğruluk, vb. umurunda değilmiş gibi davranmaktan, tabiatıyla biraz da
insanları şaşırtmaktan hep hoşlanmış.
Hıyarın biri olduğunu söylemeleri
boşuna değil anlayacağınız. Oysa kendisi hıyarlığını saklamamayı tercih eden
urefadan.
Zürih’te bir üniversite’ye müracaat ettiğinde rektör kendisine
Zürih’e neden gelmek istediğini soruyor. Çünkü ben yerimde duramam ve
değişiklik istiyorum, diye cevap veriyor önce.
Ama neden İsviçre, diye ısrar
edilince lafı fazla dolaştırmıyor:
Çünkü aylığı iyi, ders yükü de az.
Gerçekten de gezmeyi, dolaşmayı, kendisiyle
başbaşa kalmayı tercih etmiş ömrü boyunca. Sevgisizlik hep başının belâsı
olmuş. İnsanlarla arasına mesafe koyması da bundan, hatta hırçınlığı da,
aksiliği de.
Son eşi, biraz onu değiştirmişe benziyor. Tipik yaşlı erkek
sevecenliği/babacanlığı. Zekâsını zaaflarını saklamak için kullanmamış.
Çocukken istek duyduğu meslek emeklilik.
Üstelik gerekçesi de en az isteği kadar sevimli:
Annem kuaföre giderken çoğunlukla ben de giderdim. “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye sordu kadınlar. “Emekli olmak” diye cevapladım.
Bu cevabın gerekçesi vardı. Parkta kumdan kaleler yaparken, ellerinde çantalarla dolu tramvayın peşinden koşan telaşlı insanları görüyordum. “Bu insanlar ne yapıyor?” diye sordum anneme. “İşe gidiyorlar” dedi. Bir de bir banka oturmuş, sessiz sakin güneşin tadını çıkaran bir bey gördüm. “O niye burada?” diye sordum. “O emekli!” [diye cevap verdi.]
İşte ondan sonra emeklilik gerçekten çok cazip göründü.
Richard Rorty, onun için, parlak, cesur, maceracı,
özgün ve garipti, diyor.
Doğru! Ancak Rorty'nin ya şu sözleri:
II. Dünya Savaşı’nda askerdi (ama yanlış tarafta).
İşte, zeki ve fakat zavallı bir çılgının
ardından öne sürülebilecek en haince yargı. Acımasızca çünkü.
Neymiş?
Yanlış
taraftaymış.
Savaşın doğru tarafı olabilirmiş gibi, yanlış taraftaydı, diyor.
Yanlış taraf, yani yenilen taraf.
Alman olmanın, Almanlığa sahip çıkmanın güç
olduğu yıllarda yazan Feyerabend, Amerika’da ve İngiltere’de ders vermek
zorunda kalan her Alman gibi oldukça hassas davranmış geçmişini yazarken.
Kısacası Almanlığını paranteze almış. (Oysa Malcolm X’e hayranlığını saklamıyor!)
Biraz son eşi Grazia nedeniyle, biraz da —her
ne kadar kendisi aksini söylüyorsa da— hakkında söylenebilecekleri tahmin
ettiği için olsa gerek ömrü boyunca yapageldikleriyle ortaya koyduğu o hırçın
eşkâl ve efkârını yumuşatmaya çalışmış.
Feyerabend’in, kısa bir yazıyla
geçiştirilemeyecek kadar renkli hatıratının geç farkına varmış olmak doğrusu
canımı sıktı.
Daha önce okumamakla çok şey kaçırmış olduğumu farkettiğim bu hatırat,
bilhassa hayatı gereğinden fazla ciddiye almak hatasına düşen sözde-felsefeciler
için oldukça ibretâmiz sahneler içeriyor.
Zaman zaman, hepsinin canı cehenneme, demek isteğini
duyan taliplerin, boş bir vakitlerinde Feyerabend’in Vakit Öldürmek/Otobiyografi
(İstanbul, 1997) adlı anılarını okumalarını kendilerine kemal-i ciddiyetle öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder