20 Ekim 2000
—
Kadınlar felsefe alanında ne denli başarılı olabilirler?
Soru bu
şekilde değil de şöyle sorulsaydı, pekâlâ kadınlara haksızlık edilmiş olduğu
söylenebilirdi:
—
Kadınlar bugüne değin felsefe alanında ne kadar başarılı oldular?
Söylenebilirdi, diyorum, zira bugüne değin erkek egemenliğinin muhtemel bir başarıya engel
teşkil ettiğinin öne sürülmesi mümkündür. Nitekim bu soru bağlamında Kadın
Filozoflar adıyla Türkçe'ye çevrilen kalınca bir antolojinin sayfalarını
karıştıracak olanları büyük bir hayal kırıklığının bekliyor olması da işin
cabası.
Kadın
ile felsefe arasına mesafe koymak isteyenlerin bu mesafeyi biyolojik, bu
görüşe karşı çıkanlarınsa sosyolojik nedenlere dayadıkları malum.
Nitekim, akademisyenliğe eğilimleri olan kadının genellikle cinselliğinde bozuk
birşey vardır, derken Nietzsche bu denli keskin ifadelerle dile getirilmiş
kadın-karşıtlığını biyolojik nedenlerle açıklar.
Yakın
tarihimiz açısından bakıldıkda ise bu sorun, umûmiyetle yapıldığı gibi, çağdaşlık-çağdışılık
ekseninde ele alınmış ve tabiatıyla ucuz bir popülizmin imkânlarından bolca
yararlanılmıştır.
Meraklıları
için işte ilginç bir kesit:
Meşrûtiyet
ve Cumhuriyet dönemlerinin kıymetli felsefe hocalarından Babanzâde Ahmed
Naîm'in (öl. 1934) kadın ve felsefe münasebetlerine dair kanaatlerinin pek
müsbet olmadığı bilinir.
Bu hususta bizzât kendi talebelerinin tanıklıklarına
başvurmak ilginç olacak:
1. Macit Gökberk (öl. 1993)
2. Niyazi Berkes (öl. 1988)
3. Belkıs Halim (öl. 1998)
Önce
Gökberk'e kulak verelim:
Şapka
elinde gezer, derste başına siyah takke koyar, enfiye çeker, kızlardan nefret
ederdi. Beş kişiydik, dördü kız. Ben bazen geç kalırdım. ‘Macit nerdesin, haydi
derse başlayalım!’ derdi. Derse başlaması için sınıfta illa erkek olacaktı,
kızlara ders anlatmak ağırına giderdi. (1982)
Şimdi de
Berkes'i dinleyelim:
Belkıs
Halim'in anlattıkları ise diğerlerinden daha farklı ve daha hakşinasça:
Bizden
kimse birşey beklemediğinden dalgamızı geçer, derslere çalışmazdık. Derslere
girmek mecburiyeti vardı ama çoğumuz bunu ihmal eder girmezdik. Devam
karnelerimiz vardı, bunları eğitim üyelerinin imzalaması lazımdı, ama ben Naim
Bey'den başka —ki Metafiziği verirdi— bir eğitim üyesinin bunu imzaladığını
hatırlamıyorum. Babanzâde Naim Bey de bana eski, alaturka bir adam gibi
görünüyordu öbür hocalara göre. Tabii ki artık o zamanlar ceket pantalon
giyiyordu fakat bende yaptığı tesir sanki üstünde cübbesi varmış gibiydi. (2000)
Galatasaray
mezunu olan Babanzâde'nin kız ve erkek öğrenciler arasında bulunması
gerektiğine inandığı mesafenin kadın ile felsefe arasında da
bulunması gerektiğine inanıyor olmasının bugün için birçoklarınca kabulü güç
bir taassub göstergesi olarak algılanacağında kuşku yok. Fakat bir Felsefeci
olan Macit Gökberk'in hocası Babanzâde'yi kınamasına rağmen kendisinin bu
konuda açıkça kadın-karşıtlığı yapmış olmasına anlam vermek doğrusu pek o kadar
kolay değil.
İsterseniz
şimdi de Oya Baydar'ın Aydınlanmanın Işığında Üç Kuşak Gökberk Ailesini
tanıtırken Macit Gökberk'le eşi Zahide Hanım hakkında yazdığı kısa nota bir göz
atalım:
1930
yazında iki genç Ankara'da ilk defa karşılaştıklarında, felsefe eğitimi
yaptığına mağrur delikanlı, o yıl Ankara Kız Lisesi'ni bitirmiş olan Zahide
kendisinin de felsefe okumak istediğini söylediğinde, felsefe kadınlara göre
değil, siz edebiyat okuyun, demişti. Zahide iddialıydı, tartıştılar. Belki de
Macit Gökberk'e inat Zahide 1930-1931 ders yılında Ankara'dan gelip İstanbul
Darulfünûnu Felsefe Şubesi'ne yazıldı. (1998)
Bu kısa
anektodlar aracılığıyla baştaki çetin suâli cevaplamaksızın yazının sonuna
gelmiş oldum, ve sanırım böylelikle sorunun Babanzâde gibi gelenekçi bir
felsefe hocası kadar Gökberk gibi modernist bir felsefe talebesinden hareketle
de tartışılabileceğine işaret edebildim.





Hiç yorum yok:
Yorum Gönder