8 Mart 2001
Kendisiyle
ilk kez tanıştığı Yusuf Akçura'nın “Ne tahsil ediyorsun?” sualine “Felsefe
tahsil ediyorum” cevabını veren Mehmet İzzet'e bu ünlü Türkçümüz şöyle der:
Bize filozof değil, demirci lâzım!
Bu tavsiye karşısında ne diyeceğini bilemeyen
zavallı Mehmet İzzet daha sonra şu itirafta bulunmaktan kendini alamayacaktır:
O zamandan beri, başkalarına felsefeden bahsetmeye ne kadar
heves duysam da yine biraz korkarım.
Gerçekten de Cumhuriyet ideolojisinin, imal edildiği günden bu yana, filozoflarla pek işi olmadı. Her ideoloji gibi
Cumhuriyet ideolojisi de hikmeti değil, demiri önemsedi, ehl-i
hikmete değil ehl-i demire rağbet etti. Belki de bu, tarihî
zaruretlerden kaynaklanıyordu ya da modern siyasetin, hikmet'in gücünden ziyade
demir'in gücüyle iş görmesinden.
Güç ve kuvvet, ehlinin ağzından çıkan, çıkacak
olan hikmet'in inceliğinde değil, sahiplerinin ellerinde sallanıp duran
demir'in sertliğinde arandı; bu bakımdan sadece taraftarlarını değil,
muhaliflerini de kendi cinsinden olmak üzere peydâ etti. Demir sevdalıları
bürüdü ortalığı. Soğuk demire tutkun genç militanlar. Bir gecede bütün
sorunları çözebileceğini sanan saf ve masum çocuklar. Arkalarına sakladıkları demirin
ucunu göstermedikçe ağzı laf yapamayan yaşlı demagoglar.
Siyasetçisi de, sanatçısı da, aydını da, yazarı
da demir'e övgüler düzmeyi marifet bildi bu ülkede. Hikmet'in ehli kalmadı
diyemesem de kalanları ortadan çekildi; sükûtu seçtiler, sükûtu sadece meslek
değil, aynı zamanda melce de edindiler. Siyasetçinin siyaset
felsefesinden anladığı, sadece birkaç özlü söz ile birkaç maddelik tüzükler
oldu. Ne yazık ki bir türlü küçük hesapların adamı haline gelmekten kurtulamadı
siyasetçilerimiz. Sanki hikmet'i sevmemenin, hikmet'i terketmenin cezasını
çektiler; demir'e rağbet ettikleri için hep demir'le mukabele gördüler.
Herkes bilir ki felsefe (philosophia)
'hikmet-sevgisi' demek; filozof da 'hikmet'i seven'. İdarecilerimiz
hikmet'i sevmediği gibi hikmet'i sevenleri de sevmedi; hikmet'e râm olmadı;
hikmet de onları kendisine yâr etmedi; bu toprakları yeşertecek hikmet'in
özsuyu bu toprakların derinliklerinde vardı ve fakat onlar pet şişeler içinde
ağız kamaştırıcı glikozlar ithal etmeyi, topraklarımızı bu tür sıvılarla
kurutmayı tercih ettiler. En nihayet kurudu, çöle döndü topraklarımız, hikmet
ağacının bitmediği kupkuru bir çöle, hem de hikmet sevgisinin hafife alındığı, hafife alınmak ne kelime, bizatihi enayilik addedildiği bir çöle.
Ekonomimiz batmış, siyasetimiz tükenmiş, insan
haklarımız elimizden alınmış, haysiyetimiz çiğnenmiş, neredeyse özgürlüğümüz
de, bağımsızlığımız da elden gitmek üzereymiş, vs.
İyi de bütün bunlar niçin oldu ve hâlen olmakta?
Yanlış ekonomi programları uygulayan
iktisatçıların bilgisizliğinden mi? Siyasetçilerin beceriksizliğinden mi?
Kifayetsiz muhterislerle mâlâmal partilerin, parti başkanlarının
basiretsizliğinden mi? Hortumlama batağına batmış ahlâksız iş adamlarının veya
bürokratların yüzünden mi? İtaata alıştığı, itiraz etmeyi bilmediği söylenen
halkın uyuşukluğundan mı? Aydın takımının ikiyüzlülüğünden mi? Darbelerle,
müdahalelerle ülke yönetimini kesintiye uğratan sınıfların işgüzarlığından mı?
Birileri çıkıp “Söyleyin Allah aşkına,
memleketin başındaki bunca gâilenin sebepleri neler, müsebbibleri kimler?” diye
sorsa ne cevap verir, mesela kimleri mesûl tutup suçlarsınız; daha da önemlisi
çözüm olarak siz ne önerirsiniz?
Esasen herkes bu soruyu soruyor ve herkes de
kendince bu soruya cevap veriyor. Söylenenler de, yazılanlar da ortada.
Tahammül gösterebilirseniz dinleyin ve okuyun. Öyle ya, suçlu bulmak o kadar
zor mu?
İşte kapitalistler, masonlar, yahudiler!
Beğenmediniz mi? Biraz ileride komünistler,
olmadıysa kemalistler!
Bunu da beğenmediyseniz memlekette mürteciden bol
ne var? Yasaların izin verdiği veya vermediği bütün sınıfları teker teker
sayın, sonra tutun bunlardan birini ve ilan edin “İşte suçlu bu!” diye.
Oysa gerçek suç, hikmet'i sevmeyen, sevmediği
gibi sevenlerden de nefret edenlerde. Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
Muhakkak ki biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla
beraber —insanların adaleti ikame edebilmeleri için— Kitabı ve Mizanı
lütfettik; bir de kendisinde çetin bir sertlik, hem de insanlar için birçok
menfaat bulunan Demiri ihsân ettik. (Hadid: 25)
Dikkat edilirse, önce Kitab (hikmet) ve Mizan
(adalet) zikrediliyor; Demir (kuvvet) ise en sonra.
Hikmet ve adalet olmaksızın tek başına demir
cehalet ve zulme aracılık etmekten gayrı neye yarar?
Bu soruya, bize demirci lâzım filozof değil, demeyi marifet sananlar cevap versinler.
Jacques-Louis David, Sokrates'in Ölümü, 1787



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder