
II. Dünya Harbi’nin başlarında, Alman düşünür Karl
Jaspers, Nietzsche und das Christentum
(1952) adlı risalesinin girişini işbu cümleyle taçlandırmıştı:
Nietzsche’nin Hıristiyanlıkla
kavgası, onun kendine özgü Hıristiyanlığından kaynaklanır.
Çünkü Nietzsche’nin kendisi, Hıristiyan ahlâkını
ahlâksızca buluyordu. Evet ahlâksızca, yani insanın özüne aykırı, insanî özle
uyumsuz. Bu yüzden de ikiyüzlü, kötü, kötücül. Hıristiyanlıktan da, Tanrı’dan
da nefret ediyordu. Çünkü annesinden nefret ediyordu. Tanrı öldü, demiş ve fakat
Tanrı ölsün demek istemişti; yani annesi. Tanrısı ve annesi.
Annesiyle sorunu olanın, eşiyle ve kızıyla sorunu
olmaması imkâsızdır. Erkeğin asıl sorunları, yani kadını kavrayışına ilişkin en
temel sorunları, anneden başlar. Anneyle başlar. Geçmişinde annesiyle arasında
ciddi sorunlar yaşamış olan her oğulun, eşiyle de, kızıyla da sorunları
olacaktır. Neredeyse bir yazgıdır bu! (Kız çocuklarının gerçek sorunları da
babalarıyladır. Bu yüzdendir ki kocalarıyladır. Bir de oğullarıyla.)
Hıristiyanlığın gerçek annesi, Meryem değildir, Havva’dır.
VE Hıristiyanların anneleriyle aralarında çok ciddi bir kavga vardır.
İnançlarına göre, bütün günahlar, ilk günahtan kaynaklanır. Havva anamızın
sebep olduğu ilk günahtan. Onun günahından. Bizi dünyaya getirme günahından.
Dünyaya, yani yaşama. O halde ölüme.
Hıristiyanların yaşam
(ve pek tabii ki ölüm) yükünü borçlu
olduklarına inandıkları kadındır Havva. İlk günahın ağır yükünü çocuklarının
üzerine insafsızca bırakmış kötü bir annedir o, nazarlarında.
Herkes kendisinden esirgenen şeyler hakkında saplantılıdır.
Neden mahrum olduysa, neyin yoksulluğunu/yoksunluğunu çektiyse, muhtemelen o
şeyle ilişkisi, sapkınca değilse
bile, saplantılı bir biçim
kazanacaktır. Mecburen değil ama, muhtemelen.
Richard von Krafft-Ebing Psychopathia Sexualis (1886) adlı kitabında iki seksüel anomali
(cinsel sapkınlık) tanımını psikoloji literatürüne kazandırmıştı. sadizm ve mazoşizm.
Sadizm tanısı, adını bir Fransız soyluya, Marquis de Sade’a
borçludur.
Tam adıyla Donatien Alphonse François le Marquis de Sade (1740-1814).
Özellikle Les
120 Journees de Sodome, ou l'Ecole de
libertinage (Sodom’un 120 Günü veya Özgürlük Okulu)
baş yapıtı kabul edilir. Her türlü reziletin övüldüğü, her türlü faziletin
yerildiği bir baş yapıttır.
Marquis de Sade için, kadın düşmanıdır, sözü
yetersiz değil, anlamsızdır. Düşmanlık doğaldır. Oysa Marquis’nin hiçbir
tasavvuru doğal değildir. Marquis doğal olan her şeyden nefret eder; yoksunu
olduğu her şeyden. Şefkatsizdir. Annesizdir çünkü. Annesinden nefret eder.
Kendini dine verdiği için, hayatını İsa’ya adadığı için, manastıra kapandığı
için, şefkatini ve sevgisini biricik oğlundan esirgediği için, o sevgiyi
baba’ya özel kıldığı için. Baba’ya, yani Tanrı’ya, yani İsa’ya.
Kilisenin ortasında kadınları kırbaçlarken, Hıristiyanlığın
sembollerini alabildiğince aşağılarken, gerçekte, şefkatini kendisinden
esirgemiş olan dindar annesinden intikam alır Marquis de Sade.
Söylemekten niçin kaçınalım, Batı’nın tarihi
biraz da şefkatsizliğin tarihidir. Yıkıcılığı da bundan.
Marquis’nin baş yapıtı, 1975’te feci bir
biçimde öldürülen İtalyan yönetmen Pier Paolo Pasolini tarafından
yorumlanmıştı: Salò o le 120 giornate di Sodoma (Salò veya Sodom’un 120 Günü)
Yönetmen Pasolini hem komünist, hem
eşcinseldi. Eğilimlerini biçimlendiren, aslında annesiyle sorunlarıydı.
Annesine âdeta tapıyordu. Nefret ediyordu yani.
Annesiyle köklü sorunları olduğu için
tanrıtanımaz oldu. Komünistti. Eşcinseldi. Hıristiyanlıktan nefret ediyordu.
İlk annesini hiç tanımadı: Havva’yı.
Mazoşizmin adını borçlu olduğu Leopold
von Sacher-Masoch (1836-1895) ise bambaşka biriydi. Ünlü kitabının adı: Venus im Pelz (Kürklü Venüs). Marquis’nin güya tam karşıtı; gerçekteyse ruh ikizi. O da bir anne
kurbanı. Kadın kurbanı. Kadınların kurbanı. Yani oğul kılığında annenin, koca
kılığında eşin, baba kılığında kızın kurbanı. Bir kılığın kurbanı.
Bu tabloyu dilediğiniz kadar zenginleştirebilirsiniz.
Batı’daki tüm sorunlar, Hıristiyanlığın yaşama, doğaya, insana ve Tanrı’ya
ilişkin hastalıklı tasavvurlarından kaynaklanır. Tüm nefretlerinin kökeninde bu
hıristiyanca ekşime vardır. Doğa’ya ve Doğu’ya yönelik tüm nefretlerinin
kökeninde.
Ortaçağ boyunca cadıları yakanlar biz
değildik. Olmadık.
Cadıları, yani kadınları.




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder