Bir Kifayetsiz Muhteris
24 Ekim 2010
Sanat anıtının kaidesi belledim.
Usta olarak yetiştirdim kendimi, kupkuru
Uysal bir hüner kattım parmaklarıma,
Kulağıma şaşmazlık; sesi öldüren, müziği
Kadavra gibi kesip biçen.
Ahengimi Cebire vurdum.
Ve neden sonra,
Teoriyi avucumun içine alınca,
Yaratma hazzına bıraktım benliğimi.
Puşkin’in o güzelim küçük tragedyalarından...
Tomris Uyar’ın Türkçesiyle "Mozart ve Salieri"den...
* * *
Zavallı Salieri önce teori dedi. Önce akıl.
Önce nazariye.
Önce çıkayım, sonra nasıl olsa inerim dedi.
Peki ya yaşam sevinci?
Görmedi. Yaşamadı. Hiç bilmedi yaşamın
kendiliğinden düşünceye ve sanata kattığı/katabileceği sevincin ne olduğunu.
Ahengini Cebir’e vurdu. Müziği bir kadavra
gibi kesip biçti.
Teoriyi avucunun içine alırsa yaşamı zihnin
dizgelerinden üretebileceğini sandı.
Sanat, yani yaşam sözkonusu oldukta çaba kadar
yeteneğin de sanatçıya o sıfatı bahşettiğini anlayamadı.
Anladığında ise istidada düşman oldu. Dehaya.
Mozart’a.
Hasedi celbetmek için dehasından başka hiçbir
suç vasfı olmayan Mozart’a.
Gözünü kin bürümüş, ezilip toza belenmiş
Can çekişen bir yılan - kim diyebilir bunları
Mağrur ve hür ruhlu Salieri'ye? Hiç kimse!..
Gelgör ben söylüyorum şimdi
Nasıl kıskanıyorum - nasıl. Tanrım!
Nerde adalet, eğer kutsal yetenek,
Ölümsüz deha, bunca didinmeyi, köleliği
Mükafatlandırmıyorsa - tam tersine
Uçarı bir serserinin beyninde yeşeriyorsa
Sorarım nerde adalet? Ah Mozart. Mozart!
Bu soruyu olumsuz cevaplayanlardandır Salieri.
Yazgı bize bizim istediğimizi değil, kendi
istediğini verir.
Bu yüzden hırslanırız ona, kızarız, küseriz.
Salieri çabanın, gayret ve azmin sembolü. Bir
kifayetsiz muhteris.
İstidadından fazlasını taleb eden kibr-i
mücessem. Elindekine razı olmayan.
Bu yüzden hased ateşinde yanan, kavrulan bir
çiğliğin sembolü.
Mozart ise istidad-ı tammın...
Kabiliyet ve yeteneğin...
Dehanın sembolü...
Aklın solgun ışığı uzun süre yanar, dehanın o
bakmaya göz dayanmaz nuru ise ise hemen yolun başlarındayken söner.
Sanki yürümek yerine uçmanın yazgısıdır bu.
Uçabilmenin. Kudretin yani.
* * *
Mozart-Salieri karakterleriyle ortaya konan
sanatta çaba-yetenek karşıtlığı sanat ve edebiyatın en köklü konularındandır.
Nedense özellikle sinema sanatında...
Aklıma ilk gelen isimler: Eisenstein,
Tarkovsky, Miloş Forman...
Meselâ Eisenstein, "Omuz Çekiminde" adlı derlemesinin önsözünde kitabını Salieri’ye
ithaf eder.
— “... Geriye bu kitabı anısına sunmaktan
sevineceğim bir adam kalıyor: Salieri.
Puşkin’in şu zavallı Salieri’si.
Salieri müziği bir kadavra gibi kesip biçti.
En korkuncu bu işte.
Bir kadavra gibi...
Donmuş, durmuş, devinimsiz ve cansız.”
Böylelikle bir yanda kuramın keskinliği,
şaşmazlığı, cebir ve geometrisi, diğer yandaysa yaşamın kendiliğindenliği...
Tarkovsky ise —ki daha önce de bir yazımda söz
etmiştim— Puşkin’in Salieri karakterini Andrei Rublev’de (1966) Kirill adlı bir nakkaş üzerinden
anlatır. Lapikov'un oyunculuğuyla.
Kirill de tıpkı Salieri gibi
hasedin yiyip bitirdiği adamdır. Tanrı’nın adil olmadığına inanıp manastırı
bile terkeder. Sadece manastırı mı, inancını da.
Kendisi o kadar çalışıp çabaladığı hâlde bir
başkasının onun zorlukla yapabildiklerinin, hatta yapamadıklarının bile kolayca
üstesinden gelmesine katlanamaz. Kendisi zor belâ adım adım yürürken, bir
başkasının uçmasını hazmedemez.
Yaşamın kendisine bağışladıklarından razı
olamaz. Gözünü mahrum olduklarına diker. Hased eder.
Rublev’e.
İhbar eder. Onu yok etmek ister.
Tanrı’nın adaletinden kuşkulanmanın adıdır
hased.
Yazgının.
* * *
Çağdaşlarımız Salieri’yi Forman’ın yorumuyla
tanımıştır.
Bir yanda dehanın çocuksuluğu... bir yanda
yaşamın ihsan ettiklerine mukabil dehanın bu ayrıcalığına tahammül edemeyen
insanî hasedin demir pençesi...
Seyretmek gerek. Sabırla.
Akıl ile aşkın o sentez kabul etmez
diyalektiğini.
Görmek gerek.
* * *
Kısacası, sıradışılık
bir kusurdur. Kabullenmeli bunu. İtiraz etmemeli.
Schopenhauer’ın dediği gibi, zeki erkeklerle
güzel kadınların hasedi celbetmeleri için bir şey yapmalarına gerek yoktur.
Hased balyozuna düçar olmak için mevcudiyetleri kâfidir. Hasud gözler fırsat
bulduklarında onları yeyip bitirirler.
“Hani bizim Salieri’lerimiz, hani
Mozartlarımız nerede?” diye aklına bir sorucuk düşerse ey talib, önce Molla
Lütfi kim, onu öğren. Sonra ünlü Türk Matematikçisi, Mantık ve Astronomi ustası
İsmail Gelenbevî’nin mezarının yerini bul. Dilersen, büyük hakîm ve hekîm
Şanizade Ataullah Efendi’nin hayatını oku!
VE unutma sakın!
Yetenek ziyan olabilir belki
ama deha aslâ!
O ne yapar eder kendini vareder.
Tanrı
kendisiyle çelişmez çünkü.




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder