Bir
insanın incecik bir buz tabakasının üzerinde dolaştığını bilerek hayatı yaşıyor
olmasından daha ızdırap verici başka ne vardır bu hayatta bilemiyorum, her an
çatırdayan, çatlayan, çatlayabilecek olan, korkulası sürprizlerle dolu bir
hayatı yaşıyor olmak, her an küçük bir çatlağın içine süzülmek ve buz
kırıklarının altındaki derin suların arasından kaybolup gitmek.
Endişe
mi?
Korku mu?
Dehşet mi?
Korku mu?
Dehşet mi?
Hepsi bir arada!
Ne gariptir ki bu buz tabakasının inceliği, üzerinde dolaşanlar onun farkına vardıkça keskinleşir, inceldikçe —daha doğrusu inceliğinin farkına varıldıkça— değil üzerinde yürümek, kımıldamak bile imkân harici bir keyfiyete bürünür. İnsan ne yapacağını şaşırır; yürüdükçe incelen, inceledikçe yürünemez hale gelen bir zeminin üzerinde durmanın çözüm olduğunu sananlar varsa, hiç tereddüt etmeden söylemeliyim ki fena halde yanılmaktalar.
Evet,
durduğunuz takdirde, bu sefer —tam da aksine— ağırlığınız artacak ve zaten
yeterince incelmiş olan, hiç değilse siz durdukça ağırlaştığınızdan böylesi bir
ağırlığa dayanamayacak duruma gelen bir tabakanın içine çekilmiş olacaksınız.
Buz tabakasının inceliği, inceliğinin farkına varıldıkça arttığı gibi, üzerinde dolaşanların ağırlıkları da onlar durdukları müddetçe artar. Farkına vardığınızda, ayağınızı bastığınız zemin gücünü kaybetmekte; durduğunuz an sizin ağırlığınız artmaktadır.
Buz tabakasının inceliği, inceliğinin farkına varıldıkça arttığı gibi, üzerinde dolaşanların ağırlıkları da onlar durdukları müddetçe artar. Farkına vardığınızda, ayağınızı bastığınız zemin gücünü kaybetmekte; durduğunuz an sizin ağırlığınız artmaktadır.
Farkına
varılmadığı takdirde —ne mutlu kendilerine ki çoğu insan bunun farkında değil—
üzerine basılan zemin meâ'l-memnûniye o koca kalabalıkları sırtında taşır,
hatta bunu bir görev addeder. Farkına varılırsa şayet, hemen büyü bozulur ve
böylelikle tabakanın incelme süreci başlamış olur. Lâkin oyun asla burada ve bu
biçimde sona ermez.
İkinci kural şudur: Siz, inceliğinin farkına varmış olsanız bile, durmamak, soluklanmamak beceresini gösterebilirseniz şayet, üzerinde dolaştığınız zemin sizi kolay kolay sinesine almaz, alamaz, yorulmanızı, yani sizin kendiliğinizden durmanızı bekler. Bu takdirde ağırlığınız artacağından, o sizi içine çekmiş olmaz, bilâkis siz kendinizi onun kucağına atmış olursunuz.
İkinci kural şudur: Siz, inceliğinin farkına varmış olsanız bile, durmamak, soluklanmamak beceresini gösterebilirseniz şayet, üzerinde dolaştığınız zemin sizi kolay kolay sinesine almaz, alamaz, yorulmanızı, yani sizin kendiliğinizden durmanızı bekler. Bu takdirde ağırlığınız artacağından, o sizi içine çekmiş olmaz, bilâkis siz kendinizi onun kucağına atmış olursunuz.
Çözüm
nedir o halde?
Çoğunluğun çözümü çoğunluğun içinde kalmaktan ibarettir, yani hiçbir şeyin farkında olmamak, hiçbir şeyin farkına varmamak, mümkün olduğunca, olabildiğince, üzerinde yürünen zeminin mahiyetinden habersiz bir surette yaşamak. İşte öylesine yaşamak, gaflet içinde, gaflet halinde, bilmeksizin, görmeksizin, söylemeksizin yaşamak, itirazsızca yaşamak, muhalefet etmeden değil, bilmeden, bilmeye çalışmadan, meraksızca, öylesine, gittiği gibi, olduğu gibi, sormadan, soruşturmadan, öğrenmeye çalışmadan...
Tehlikenin
farkına varılmadığı sürece, oyunun en önemli kurallarından biri devrede
demektir: Bu kurala göre, zemin kolay kolay incelmez, üstelik durmanız,
dinlenmeniz halinde de ağırlığınız artmaz, yani merak etmedikçe, meraklanmadıkça,
neler olup bittiğinin peşine düşmedikçe güvendesiniz demektir.
Sorun, neler olup bittiğinin farkında olanlarda. Onlar da —tabiatıyla— kendi aralarında iki sınıfa ayrılıyorlar:
Birinciler, neler olup bittiğinin farkına varıp durmayı tercih edenlerdir ki inceliğin farkına vardıkları için üzerine bastıkları buz tabakasını daha da inceltmişler, durdukları için de ağırlıklarını artırmışlardır.
Sonuç?
Sonuç, çatlakların içinde kaybolmak ve böylelikle kendilerini içine çeken buz tabakasını yeniden kalınlaşmasına yol açmak. (Yaşam hâlâ niçin devam ediyor sanıyorsunuz?)
Peki ya ikinciler?
İkinciler, buz üstünde hiç durmaksızın koşmayı sürdürenlerdir, tıpkı Bleibt alles anders adlı şarkısında Herbert Grönemeyer'nın dediği gibi:
Tanz den Tanz auf dünnem Eis.
O halde
şurada oturan şişkinlerin onlara deli
demelerine aldırmayın, biz onları velî
biliyoruz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder