Sayfalar

LAUBALİLİĞİN ÖZÜNE DAİR


27 Ocak 2007


Yaşamamı zorlaştıracak konularda, henüz yaşama’nın değilse bile yaşam’ın kendisini, elinin tersiyle itecek denli, biteviye lâ-ubâlî demekten yorulmuş, huysuz ve aksi adamın biriyimdir, biliyorum.
Taşrada nârâ atmak yerine, evimde çığlığı tercih edişim bundan.
Peşinde olduğum, uğrunda ömrümü heba etmekten çekinmediğim, hesabı verilmemiş bir  ile birleşmesi imkânsız bir bâlin takipçisi olduğum içindir ki hiç tereddüt etmeden gözüne baka baka, ey tâlib, sana lâ-ubâlî diyorum.
Evet, ne yazık ki sen, lâubâli olduğun hâlde bir türlü lâ-ubâlî-meşreb olamadığın ve dahî, şu denî âleme, yani dünyaya, göğsünü gere gere lâ-ubâlî diyemediğin için, rahatımı bozup ben sana —hem de açıkça— Lâ-ubâlî demek zorunda kalıyorum.
 gibi olumsuzlayıcı bir edatı kullanmış olmama bir mânâ veremeyişin, gerçekte, senin lâubâliliğinin bir sonucu. Bâl nedir, onu bile bilmiyorsun, zira bâlinin farkında değilsin. O denli lâubâlisin ki inanarak lâ-ubâlîyim bile diyemiyorsun. Güya lâubâli işler yapıyorsun, işlerini lâubâlice yapıyorsun ve fakat bir kez bile hakkını vermek suretiyle lâ-ubâlî demeyi beceremiyorsun.
Korumakla mükellef olduğuna inandığın sahici bir bâl hiç olmadı hayatında.
Lâubâli biri oldun, yaptıklarını hep lâubâlilikle yaptın, öyle ki lâubâli davranmaktan hiç gocunmadın, lâubâliliklerinin bedelini/maliyetini hiç hesap etmedin.
Lâubâliydin, lâubâliceydin, lâubâlilik peşindeydin, ama dünyaya açıktan açığa lâ-ubâlî diyen azınlığın safına geçme yürekliliğini hiç gösteremedin.
Lâ-ubâlî, belki bilirsin, Arapça bir deyiş.
Kısaca, önemsediklerinizi önemsemiyorum,ciddiye aldıklarınızı ciddiye almıyorum; dünyayı umursamıyor ve dolu zannettiklerinizin dolu olmadığını bildiğim içindir ki onlara boşveriyorum demek. Bir fiil cümlesi yani. Çok ciddi bir tepki, çok köklü bir tavır, öyle ki ısrarla teferruata muhalefet eden, lâf u güzafı umursamayan, umursamadığı için herkesçe umursananları küçümseyen, yok sayan, dikkat ve ciddiyeti kendi makam-ı hassına sarf ve tahsis etmeyi marifet bilen ehass’ul- havassa mahsus bir tavır.
Bu nedenledir ki tasavvuf ıstılahatında lâ-ubâlî demenin, lâ-ubâlîyim demenin bir haysiyeti, çok ciddi bir mânâ ve ehemmiyeti vardır. Öyle her babayiğit nefsine itimad edip el-âlem karşısında lâ-ubâlî diyemez, lâ-ubâlîyim iddiasıyla ortaya çıkamaz.
Lâubâlî-meşreb ol takvâda hırs-ı hâma düş 
Kâm-yâb olmak yolunda vâdi-i nâ-kâma düş
Dünyadan aklın sıra kâm almak istiyorsun, gönlün hakkını veremediğin için de hakkıyla lâ-ubâlî demenin bedelini ödemeye yanaşmıyorsun.
Bâl, önem verilmesi, dikkat edilmesi gerekendir, bir tür hâldir, hâledir, ciddiyettir, titizlik göstermektir, herşeyden evvel önemsenmesi gerekeni önemsemektir (İng. state/condition/attention; Alm. Zustand/Beachtung/Aufmerksamkeit).
Bir tarafınla zû-bâle (notable/considerable/serious; beachtlich/wichtig/ernst) mütemayil olabilmelisin ki diğer tarafın hakikaten ferağ’ul-bâl (leisure; Muße) olabilsin.
Demek ki aslâ meşgul’ul-bâl olmaktan, dalmaktan, dalıp gitmekten korkmamalısın!
Bak, şair, senin gibi dünyadan değil, bilâkis cânandan kâm istemiş; ama nasıl?
Gerçi cânândan dîl-i şeydâ içün kâm isterem 
Sorsa cânan bilmezem kâm-ı dîl-i şeydâ nedir

Sanma ki şaire özendiğin için, yani güya bilmediğin için seni ayıplıyorum, tam da aksine seni bilmediğini bilmediğin için ayıplıyorum.
Lâ-ubâlî deseydin, işimi gücümü bırakıp sana lâ-ubâlî demez, seni lâubâli olmakla, lâubâliliğe kalkışmakla suçlamazdım.
Araplar, mâ bâluke diye sorarlar. Kişiye bâlini sormak ile hâlini sormak eş gibi görünür. Oysa bu tamamiyle doğru değil. Çünkü bâli olmayanın, hâli de olmaz.
Ey talib, sen kendinden gayrı her şeyin hâlini merak ediyorsun, ama ne garip ki kendi hâlin umurunda bile değil. Hâlsizsin bu yüzden.
Lâubalisin ve fakat lâ-ubâlî değilsin. Dünyanın sana lâ-ubâlî demesini istemediğin için, ona, onu önemsemediğini söyleyemiyorsun.
En iyisi sen, hakkıyla lâ-ubâlî deyip her ile hep karşısında ubalî, hiç karşısında lâubâli olmaktan vazgeç!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder