Sayfalar

KİMSE AZ-ÇOK AŞIK OLAMAZ


01 Ekim 2006


Sevmek, hoşlanmak, beğenmek, arzulamak, tutku duymak, âşık olmak...
Hepsi de eş anlamlıymış gibi görünüyor bu sözcüklerin.

Aralarındaki fark, derece farkı mı acaba, yoksa mahiyet farkı mı?

Bu soru’nun cevabını düşünerek bulamayız. Sözlüklere başvurmak da kâr etmez. Duyguları düşünerek analiz edemeyiz, okuma-dinleme aracılığıyla duygular arasındaki farkı anlayamayız, anladıklarımızı da muhatabımıza kavratamayız.

Peki ne yapmalı?

Önce hissetmeli, sezmeli, bu ve benzeri duyguları sözlüklerde değil, kendimizde aramalı ve bulmalıyız. Kendimizde bulabiliyorsak ancak, bulduklarımızı tasnif edebilir ve birbirinden ayrıştırabiliriz.







— Ben filanı veya filan şeyi seviyorum. 
— Yani? 
— Seviyorum işte! 
— Sevmek sözcüğüyle kasdettiğiniz nedir? 
— Ne bileyim, seviyorum işte.






Bu diyaloğun ilerleyebilmesi için, tarafların sevme duygusunu bizzat nefislerinde duymuş olmaları, yani duygulanmaları şarttır.

Kişinin kullandığı sözcüklerin anlamlarını bilmesi yetmez; bu anlamı yaşaması da gerekir. Bu, tıpkı haz, lezzet, zevk ve saadet (mutluluk) sözcüklerini eşanlamlı olarak kullanmaya benzer.

Bir çocuk dondurma yediği için mutlu olduğunu söylüyorsa, onun mutluluk sözcüğünü yanlış olarak kullandığından aslâ kuşku duyamayız.

Sormak gerekir:
Mutlu olmak ile ne kastediyorsun?
Cevaben kullanacağı şu cümleler arasında acaba bir ‘fark’ bulabilecek miyiz?
* Dondurma yemekten zevk alıyorum. 
* Dondurma yemekten keyif alıyorum. 
* Dondurma yemekten hoşlanıyorum. 
* Dondurma yemek bana haz veriyor. 
* Dondurma yemekten memnunum. 
* Dondurma çok lezzetli.
Bazıları sürpriz yapıp pekalâ çok daha farklı sözcükler de kullanabilirler:
* Çok güzel bir  dondurma! 
* Bu dondurma gayet iyi.
Eskiden saadet, zevk, lezzet, haz, memnuniyet, keyif, hoşnutluk, güzel, iyi terimleri yerli yerinde kullanılırdı. Aslâ eşanlamlı olarak kabul edilmez, en çok yakın-anlamlı sayılırlardı.

Bir müzik parçası için güzel veya iyi sıfatları kullanılmaz, o müzik parçasından —meselâ— hoşlanılırdı.

Haz sözcüğü kadîm Arapça’da pay (kısmet) anlamına gelirdi. Zevk ise, Türkçe’deki tat karşılığında kullanılırdı. Kuvve-i zaika, herkesin bildiği, tat alma yetisi demekti.

Haz almak, herhangi bir şeyin zevkinden/tadından pay almak demektir. Herhangibir zevkin tamamı alınamayacağı için, zevklerin/tatların tamamının tüketilemesi anlamında haz sözcüğüyle o zevkin ancak bir kısmına ulaşılabileceği anlatılmak istenirdi. Kısacası, zevkin tamamı alınamaz, bilâkis o zevkten sadece haz (pay) alınabilirdi.

Niçin maddî/bedenî hazlar'dan söz ediyoruz?

Çünkü maddî/bedenî zevklerden hissemize düşen pay sonsuz değildir, yani tüketilemez, yani zevklerin tamamına ulaşılamaz, zevkin ancak muayyen bir miktarı elde edilebilir.

Zevk almak, zevkin bir kısmını almak demektir. Hâl böyle olunca, haz alıyorum, dersem, o zevkin ancak belirli bir kısmına temas ettiğimi ifade etmiş olurum.

İlginç olanı şu ki: Herhangi bir zevkle temasımın süresi uzadıkça, yani aldığım maddî/bedenî hazzın miktarı arttıkça, o zevk yavaş yavaş eleme (acıya) dönüşmeye başlar. Yediğim yemeğin zevkinden hisseme düşen haz, aynı nisbette zevkin de artışını temin etmez. Oysa manevî zevklerden aldığımız hazlar hiç de böyle değildir. Çünkü tam da aksine aldığımız hazzın (payın) miktarı arttıkça, eşzamanlı olarak aldığımız zevkin miktarı da artar. Meselâ bilme zevkinden aldığım hazzın miktarı artarsa, bilirim ki sadece bilgim değil, bilmekten aldığım zevk de artacaktır.

Sonuç: sevme, beğenme, hoşlanma duyguları, bütün güçlerini nesnelerinden (nesneye nisbetlerinden) alıyorlarsa, tükenmeye mahkumdurlar demektir.

Az-çok sevebilirsiniz, az-çok beğenebilirsiniz, az-çok hoşlanabilirsiniz ve fakat aslâ az-çok âşık olamazsınız.

Ey tâlib, bil ki ustalarımız, aşk olsun, yani herşey aşka dönüşsün, deyû boş yere dua etmemişlerdir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder