Sayfalar

CANIM CANIN OLSUN, CÂNIM!


13 Ocak 2007


Vahdete irca etmek, bir zamanlar, malumattan ilme, bilgiçlikten bilginliğe geçişin başlıca tanımları arasında yer alırdı.

Bilmenin nesnesini birliğe getirmek bilmenin/bilme faaliyetinin en nihaî amacıydı. Çünkü o zamanlar, makbul ve muteber olan, bilginin genişliği değil, derinliğiydi.

Bu yüzden bilgi’nin yayılmasından, yaygınlaşmasından çok, kesinleşmesi ve/veya basitleşmesi arzu edilirdi.

Bilginin kesinleşmesi basitleşmesi, basitleşmesi ise, tabiatıyla, kesinleşmesi demekti.

Vahdete irca etmek, tanım gereği, çokluktan birliğe geçişti. Ağaçtaki tohumu, ummandaki damlayı, zamandaki ânı görmekti.

Bu nedenledir ki bilme faaliyetinde, hakikat tâliblerine, bilinen’den ziyade bilen’i öncelemeleri öğütlenir, yanısıra, kendilerine, bilinen kadar bilen’i bilmedikleri, istenen kadar isteyen’i istemedikleri takdirde hikmet’e ulaşamayacakları ihtar olunurdu.

Hikmet başkaydı, hikmetin bilgisi (ilm-i hikmet) daha başka.

Bu bakımdan, kudema, hikmetin bilgisine sahip olmayı değil, hikmetin kendisine sahip olmayı önemserdi. Maksad, çoklarının zannettiği gibi, bilgin olmak değil, bilgi’nin ve dahî bilgin’in bilgisine sahip (bilge) olmaktı.

Hikmet’in taliblerinin hakîmi (hikmet sahibini) seçme hakları yoktu, onlar ancak seçilebilirlerdi; dolayısıyla seçme hakkı alana değil, verene aitti. Hak, dileyenin değil, lâyık olanındı. Liyakat kesbetmedikçe hakka lâyık olunamazdı. İrşad (yola getirmek/yoldan çıkarmak), gerçekte, irşadı isteyeni (müridi) değil, irşad edecek olanı (mürşidi) ilgilendiren bir keyfiyetti.

Mürid örs ise, mürşid çekiç idi.

İrşada gelince, irşad, istirahat taleb edeni rahatından etmek, keyif arayanın keyfini kaçırmak, dertlerinden uzaklaşacağını vehmedeni hem-derd kılmak idi.

Malumattan ilme, mürekkebattan besaite, kesretten vahdete giden yol uzun, uzun olduğu kadar da çetindi; sen’deki ben’i bulmak, sen dedikçe, sen, sen diye, sen diye diye ben’in peşinden koşmak pek öyle kolay değildi.

Arayış, rıza ve tevekkül, sabr u sebat gerektiriyordu.

Hikmet, kitap okumakla, satırlarda yazanı ezberlemekle, bilinen’in etrafında dolanmakla ele geçecek umurdan addolunmazdı asla. Bakış, en nihayet başladığı yere dönmeli, menziller, bakılan’da başlasa dahi bakan’da son bulmalıydı. Göz, bir tek kendisini göremezdi çünkü.

Bu nedenle, bilinen’den bilinmeyen’e, malum’dan meçhule giden bu çetin yolculukta, meçhul, gerçekte başkası değil, bizatihi yolcu’nun kendisiydi.

Özlem özün özlemiydi, özü özlemekten ibaretti, özü, yani özleyeni.

Ne demiş şair?
Handan ol gönül ki visal ihtimali var 
Firkat kemâle irdi, kemâlin zevali var
Ayrılığın sona ermesi, kavuşmak mı demek acaba?
Aslâ!
Kavuşmak, bilâkis ayrılık demekti. Kavuştukça ayrılmak, kavuşmak için ayrılmak demekti.
Ayrılmaksa, gurbete çıkmak, garipleşmek idi, garipleşmek, yani yabancılaşmak. İlden ile, elden ele gezmek, tâ ki eve dönünceye kadar gezmek, biteviye gezmek, dolanmak, dolaşmak, karışmak, ele karışmak, çokluğun nefesini nefesinde hissetmek. Bir tür teneffüse çıkmak, nefes alıp vermek, güya nefes almak için nefesini kaybetmek. Yansızlaşmak, yanını/yanlarını kaybetmek, âlemdeki yansız tek nesne (nokta) oluncaya, noktalaşıncaya, bir tek nokta(cık) hâline gelinceye değin küçülmek. Gelinceye, yani yok oluncaya değin küçülmek, galebelik galebe çalıncaya, galebelik’ler içinde mağlub oluncaya değin, canım canın olsun, cânım, deyinceye değin küçülmek...

Ah şiir!

Medet ya şiir!

Ekmeksiz yaşayabiliriz, ama şiirsiz aslâ!








Esîr-i gurbetiz biz, senden özge âşinâmız yok!






Gurbetin boşluğunda o'ndan gayrı tanığı, tanıdığı olan mı var?

Vahdete irca etmek, çoklukla bir olmak demek değil, aksine, çoklukta bir olmak, çokluktan birliğe geçmek demek.

Diğer bir deyişle: basite irca etmek.

Basit’e, yani mürekkeb olmayana, bölünmeyen ve aslâ bölünemeyecek olana.

Ey tâlib, bana niçin terk ettiğimi soruyorsun!

Yansızlığı küçümseyip hakikat’e aklın sıra yan çizdiğin için.

Çoklukta, çokluk içinde bir olmaya çalışmak yerine, çoklukla bir olduğun için.

Mağlubiyeti (galebe çalınmayı) değil, galibiyeti (galebe çalmayı) tercih ettiğin için.

Sendeki benin değil, bendeki senin peşinden koştuğun için.

Kaybetmektense kaybolduğun için.

Sözün özü, sorduğun için.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder