Sayfalar

AKINTIYA KAPILMAYANLARI AKINTI ASLA KAPMAZ


15-16 Aralık 1998


Akıntıya kürek çekmek tâbiri, her ne kadar eksiltili haliyle kullanılmakta ve bazıları bu tâbirden, akıntıya doğru kürek çekmeyi anlamakta ise de her halde asıl anlaşılması gereken bu değil. Çünkü mezkûr tâbir ya gerçekleştirmesi (başarması) güç ya da imkânsız olan bir işe kalkışmak veya beyhûde yere kendini yormak gibi anlamlarda kullanılır. Binaenaleyh bu tâbir bu mânâda kullanılmak istendiğinde, araya doğru sözcüğü yerine karşı sözcüğü yerleştirilmeli ve kastedilenin, akıntıya karşı kürek çekmek olduğu bir biçimde belirtilmelidir.

Akıntıya doğru (akıntı doğrultusunda) kürek çekmeye gelince, bu durumu ifade etmek için akıntıya kapılmak deyişini kullanmak daha uygun olsa gerek, zira birilerinin kendi iradelerini kaybettiklerini, başkalarının iradelerine bağımlı hale gelip hâdiselerin kendilerini sürükledikleri istikamete doğru gittiklerini gördüğümüzde, onların akıntıya kapıldıklarını söyleriz. Böylelikle onların direnmediklerine, karşı koymadıklarına, çaba harcamadıklarına, sürüklendiklerine, sürüklenmeye razı olduklarına işaret etmek imkânı buluruz.
Akıntıya kapılıp gitmekle suçlanan insanlar, ince bir ta‘rizin konusu haline gelmişler demektir. Nitekim akıntıya kürek çekmek deyişinin akıntıya doğru kürek çekmek şeklinde anlaşılması da muhtemelen akıntıya kapılmanın gayr-ı iradî olmadığına, yani salt bir çaresizliğin, bir isteksizliğin sonucunda meydana gelmeyip bilerek/isteyerek o doğrultuda gidildiğine işaret etmek kaygısından kaynaklanıyor olmalıdır.
Gerçekten de insanlar akıntıya kapılır kapılmaz, önce direnmek, karşı koymak isterler. Ancak kısa bir süre sonra karşı koyamayacaklarını anlayınca kendilerini akıntı yönüne bırakırlar, bırakmak zorunda kalırlar. Bu durumda akıntının onları kapmasıyla onların akıntıya kapılması arasında bir fark kalmaz, zira akıntıya kapılmayanları akıntı asla kapmaz.
İnsanlar kendilerinin akıntıya kapıldıklarını değil, başkalarının akıntıya kapıldıklarını söylerler.
Bu tâbir, gözlemin dışarıdan yapıldığını ifade eder. Sadece sahildekiler bu tâbiri kullanırlar, bir de akıntının tesirinden kurtulmuş olanlar, yani tam da akıntıya kapılmıştım ki kurtuldum diyenler.
Başkaları ise böylesi bir belâdan uzak ve fakat bu belâyı görecek kadar da yakın oldukları için birilerinin akıntıya kapıldıklarından söz etmek imkânı bulurlar. Çünkü akıntıya kapılanlar —ellerini isteyerek bırakıp bırakmamaları arasında da bir fark olmadığından— kendilerinin akıntıya kapıldıklarını söyleyecek durumda değillerdir.
Akıntıya karşı kürek çekmek (siz, isterseniz bunu akıntıya karşı yüzmek diye de adlandırabilirsiniz), tıpkı akıntıya kapılmak gibi başkalarınca kullanılan bir deyiştir.
Yukarıda bu deyişin, “gerçekleştirmesi (başarması) güç ya da imkânsız olan bir işe kalkışmak” şeklindeki anlamına işaret etmiş ve diğer anlamlarıyla birlikte bu deyişin arkasında kınayıcı bir tavrın, bir dudak büküşün, hatta bir acıma duygusunun bulunduğuna işaret etmiştik.

Burada dışarısının, sahil olmasıyla başka bir kayık olması arasında fark yoktur, zira insanlar ya selâmette (sahilde) olduklarından ya da akıntıya karşı kürek çekmeyi bırakanların bulunduğu bir kayıkta yolculuk ettiklerinden ötürü, akıntıya karşı kürek çekenlerin hallerine acırlar, onların da en nihayet akıntıya kapılıp gideceklerine inanırlar, hatta inanmak ne kelime, neredeyse bildiklerini düşünürler. Bu yüzden beyhûde yere çırpınan o zavallılara (!) acırlar.
İşte sorun da burada zaten!
Öyle ya, acaba bizler hangi tavrı daha akıllıca buluyoruz: akıntıya kapılmayı mı, akıntıya karşı kürek çekmeyi mi?
İstikbalimiz hakkında ümitvar olmak istiyorsak, önce bu suâlin cevabını vermemiz gerekir diye düşünüyorum.






Akıntıya karşı kürek çekenler, akıntıyı yararak ileriye doğru gidebileceklerine mi inanırlar?






Eğer böyle düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz demektir. Çünkü ancak hayatlarında akıntıya karşı hiç kürek çekmemiş olanlar, akıntıyı yararak ileriye doğru gidebileceklerini zannederler, akıntıyı, akıntının gücünü küçümseyen, akıntının itme kuvvetini takdir edemeyen kimseler ancak akıntının yarılabileceğine inanırlar.
Sahilde olanların, akıntıya karşı kürek çekmek”deyişini bir kınamanın, bir acımanın ya da bir dudak büküşün ifadesi olarak kullandıklarını söylemiştik.
O halde kimler akıntıya karşı kürek çekenlerin suyu yarıp ileriye doğru gidebileceklerine inanmak safdilliğinde bulunurlar?
Evet kimler, akıntı karşısında ileri gidilebileceği zehabına kapılırlar?
Sahilde büyüklerinin ellerinden tutup denizde boğuşanları seyrederken yürekleri boğuşanlardan yana atanlar tabii ki.
Büyükleri, denizdekilerin ellerini ne zaman bırakacaklarını bekleyip bilgiç bilgiç onların boşuna uğraşmamaları gerektiği konusunda ahkâm keserken (yani dudak büküp, baksanıza, zavallılar boşuna akıntıya karşı kürek çekiyorlar derlerken), hemen yanıbaşlarında duran ve denizdekilerin akıntıyı yaracakları beklentisiyle yüreklerinde acı duyan küçükler...
Yaşlılar, denizdekilerin geriye doğru gideceklerini (akıntıya kapılacaklarını) beklerler; gençler ise onların ileriye doğru gideceklerini (akıntıyı yaracaklarını) umarlar. Oysa her iki taraf da gerçekte akıntıya karşı durmak ne demektir bilmezler.
Bir tarafı tecrübesi, diğer tarafı ise umudu yanıltır.
Yaşlılar geçmişi (olanı) dikkate alırlarken, gençler geleceği (olacağı) öne çıkarırlar. Kısacası ne tecrübe ve geçmiş, ne de umut ve gelecek, boğuşanların maksadını anlamaya kifayet eder.
Akıntıya karşı kürek çekenler ibn'ul-vakttır, an'ın çocuğudur; geçmişin ve geleceğin değil, ânın (şimdinin) hesabını yapmakla meşguldürler. Hem geriye doğru gitmeyi, sürüklenmeyi, akıntıya kapılmayı istemezler, hem de ileriye doğru gidemeyeceklerini, akıntıyı yaramayacaklarını da bilirler; buna rağmen mücadeleyi de elden bırakmazlar, direnmeyi sürdürürler, akıntıya karşı kürek çekmeye devam ederler. Çünkü böyle yapmadıkları takdirde varolma sebeplerini yitireceklerini bilirler.
O halde niçin, evet niçin bir hiç uğruna boğuşup dururlar?
İleri gidemedikten sonra, akıntıyı yaramadıktan sonra bu insanlar niçin akıntıya karşı kürek çekip dururlar?
Bu suâllerin cevabı gayet basittir: oldukları yerde tutunabilmek için, akıntıya kapılıp sürüklenmektense aynı yerde saymak için, ileriye doğru gitmek için değil, akıntının yarılamayacağını bildikleri halde bulundukları mevzîyi terketmemek için.
Akıntıya karşı kürek çekmiş olanlar gayet iyi bilirler ki dikine çekilen her kürek ya da akıntıya karşı atılan her kulaç, sahibini ilerletmez, sadece yerinde saydırır, akıntıya kapılıp gitmesini önler.
VE bu insanlar sırf bunun için akıntıya karşı kürek çekerler, ileriye gitmek için değil, geriye gitmemek için çırpınıp dururlar.

Yorucudur akıntıya karşı kürek çekmek, bedeli ağırdır vaktin hesabını yapmak, geçmişi ve geleceği şimdide aramak. Halbuki akıntıya kapılanların durumu hiç de böyle değildir. Suyun üstünde kayıp giderler, hatta bir süre sonra başları dönmüş bir halde bu emeksiz, çabasız seyr u sülûktan tat bile almaya başlarlar. Ara sıra başlarını arkalarına çevirip arkadaşlarına bağırırlar, siz hâlâ orada mısınız, diye.
Siz hâlâ orada mısınız?

Bu söz çok işitilmiştir akıntıya kapılıp gidenlerin ağzından. Çünkü akıntıya kapılıp gidenler, vicdanlarını soğutmak için en çok bu sözü kullanırlar ve arkadaşlarını akıntıya karşı kürek çekmekle, hâlâ orada olmakla, lüzumsuz yere direnmekle, vakitlerini boşa harcamakla suçlarlar.
İşte bu tür insanların Kur’an'da geçen sabır kavramının gerçek anlamını kavrayamamalarının en temel nedeni budur!
Hal böyleyken, seni merakta bırakmayayım ey talib, Kur'an'da sabrın anlamı zulme katlanmak değil, zulme ayak diremektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder