20 Mart 2004
Rivayete göre Hacı Bektaş-ı Velî hazretleri Hz. Mevlana'ya bir elçi gönderip hâline telmihen demiş ki:
Hakikati hâlâ bulamadıysan niçin kalkıp aramıyorsun? Yok eğer onu bulduysan niçin bağırıp çağırıyorsun?
Hz.
Mevlana da elçiden Hacı Bektaş-ı Velî'ye şu cevabı götürmesini istemiş:
Hakikati hâlâ bulamadıysan niçin kalkıp aramıyorsun? Yok eğer onu bulduysan niçin bağırıp çağırmıyorsun?
Bu
rivayetin sahih olup olmadığı aslında bizi pek ilgilendirmiyor. Bizi
ilgilendiren cihet, bu menkabenin hakikat aşkının birbirinden tamamen iki ayrı
hâli tevlid etmesi hususunda yolumuzun önüne düşürdüğü ışık.
Bu ışığın önümüzü aydınlattığı kadarıyla ne kadar yürüyebiliriz, kaç adım daha atabiliriz?
Bu iki hâlden hangisinin hâlimize muvafık olduğunu nasıl anlayabiliriz?
“Hakikati aramak”, “hakikati bulmak” gibi ifadeler bugün bizim için sahici bir anlama delalet ediyorlar mı, doğrusu pek emin değilim.
Ara(n)maya değer bir hakikatin endişesini taşıyor muyuz?
Hak'tan, hakikat'ten ne anlıyoruz?
Düşündüğümüzü söylüyoruz ve fakat düşünmenin hakikatinin ne olduğunu sormuyoruz. İnsan olduğumuzu iddia ediyoruz ama insanlığın hakikatini hiç merak etmiyoruz. Bir benimiz var, ikide bir ben, ben diyoruz, lâkin ben'in, benliğin hakikati hiç umurumuzda mı? O ben'e ne kadar ilgi gösteriyoruz, ona ne kadar şefkatle yaklaşıyoruz, ona bakmak, onu beslemek için ne kadar gayret gösteriyoruz?
Gözlerimizi taşraya (dışarıya) dikiyoruz; güya çevremizde olup bitenleri seyrediyoruz; kendimizden gayrı, hakikatten gayrı her ne varsa ilgimizin odağı olmayı başarıyor, bizi kendisine cezbediyor, zihnimizi meşgul ediyor, bizi bizden edip kendisine yöneltmeyi başarıyor.
Ancak gözlerini diken gözün kendisi kendisini göremiyor, taşrayı seyreden kendisi kendi zatını, kendini, zatını seyredemiyor, başkalarıyla meşgul olan kendisiyle meşgul olamıyor, dışarıya yönelen kendisine yönelemiyor. Kişi ne varsa enteresan buluyor kendi dışında.
Aslında bu durum çok daha enteresan değil mi?
Böyle olmalı; zira interessant (ilgi çekici), interesse (ilgi) sözcüğünden gelir. Inter-esse iki şey arasında olmak (in-zwischen-sein), yani kişinin kendisiyle bir başka şey arasında bir nisbetin bulunması demek. Bir şeyi ya da olguyu ilgi çekici bulduğumuzu, o şey veya olguyla ilgilendiğimizi söylediğimizde, aslında o şeyle aramızda bir ilginin, bir nisbetin bulunduğunu söylemiş oluyoruz.
Şu şeye ilgi duyuyorum, yani o şeyle aramda bir ilgi, bir nisbet kurabiliyorum. O şeyin bana bir nisbeti var, benim onunla ilgilenmemi gerektiren bir yönü, bana bakan bir yüzü, benimle onun arasında bir alâka var.
Peki
neden insan kendisine ilgi duymaz?
Niçin kendisini ilginç bulmaz?
Nasıl olur da kendisi kendisinin ilgisini hem de hiç çekmez?
Niçin kendisini ilginç bulmaz?
Nasıl olur da kendisi kendisinin ilgisini hem de hiç çekmez?
Hakikati hâlâ bulamadıysan niçin kalkıp aramıyorsun?
Bu söz aranması ve bulunması gereken bir hakikatin mevcudiyetine işaret ediyor; yani araman gereken, bulman gereken, kendinle onun arasında kurman gereken bir ilgi, bir nisbet, bir alâka var. Sen hakikati aramıyorsan, hakikati ilgi çekici veya ilginç bulmuyorsan, hakikat ile kendi aranda bir ilgi kuramıyorsun demektir.
Hakikat de ne?
Kendisiyle ilgilenmemi gerektiren ilgiyi bir türlü bulamadığım şu hakikat de ne gerçekten?
Sen!
Evet, sensin o hakikat.
Hakikatin kendisinden konuşmaya başladığımız her defasında kendi hakikatimizden konuşuyoruz.
Hayvaniyetin şahlandıkça
nutkiyetin büzülüyor, boynunu büküp bir kenara çekiliyor, buna rağmen itilmiş,
kakılmış, bir kenara atılmış olmasını umursamayıp yüzünü kendisine çevireceğin
o günü sabırla bekliyor.
Sen bir adım at, bak da gör o sana kaç adım atacak!
O halde dostum, Mevlevî olsan n'olur, Bektaşî olsan n'olur? Senin ne susmakla, ne de bağırıp çağırmakla bir alâkan var!
Bir silkin sâliki olmak, evvelemirde
aranması ve bulunması gereken bir hakikatin mevcudiyetini kabul etmek demek.
Diyelim ki buldun, diyelim ki oldun, bağırsan da bâşımız üstüne, sussan da.
Hakikatine ermişsen, erişmişsen bağırıp çağırman da, susup kendinle halvet
olman da senin hakkındır. Fakat hâl böyle değilse ve sen henüz tüm acılığınla,
hamlığınla, nâdanlığınla kendinden gayrı her ne varsa onlarla ilgiliysen,
ilgileniyorsan, üstelik değil kendini bulmak, aramıyorsan bile, lüzumsuz yere
bağırıp çağırma seanslarının anlamı ne?
Belki sen seni özlemiyorsun ama inan o
sendeki sen seni özlüyor; hem de senin tüm hoyratlıklarına rağmen seni özlüyor.
Peki bu
arada sana n'oluyor, bu benle benim aramda, diyebilirsin. Makamınca haksız
sayılmazsın, ancak ben senle senin aranda olan'ı benle benim aramda olan'dan
ayrı görmeyi beceremediğim için konuşuyorum, tıpkı şâirin dediği gibi:
Ben ben değilem, ben dediğim sensin hep
Ruhum dediğim, canım dediğim sensin hep
Lütfen
üzerine alınma, ben seninle değil, sadece kendimle konuşuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder