Sayfalar

TÜMEVARIM EŞŞEKLERİ


27 Aralık 2008


Tekemmül etmek, Türkçemizin dışına çıkarılmış fiillerdendir ne yazık ki. Dilden düşmüştür. Dilimizden. Bu yüzden de pek sık kullanılmaz.

Tekemmül etmek, kemâle ermek demek. Mükemmel olmak, daireyi tamamlamak, tamamlanmak demek. Lâkin bir anda değil, bir çırpıda değil, bilakis bir süreç içerisinde.



Tekemmül etmek ile tekâmül etmek arasındaki o ince farka da eskisi kadar dikkat edilmediğini, özen gösterilmediğini, her iki kelimenin de gelişigüzel kullanıldığını söylemeliyiz.

Tekemmül etmek tamamlanmak demek iken, tekâmül etmek tamamlanma yolunda ilerlemek (evrim) demek.
Tekâmül eden henüz tamamlanmamıştır, ama tamamlanacaktır. Süreç henüz devam etmektedir, sona ermemiştir. Oysa tekemmül edenin yolculuğu bitmiş, kemâle ermiştir.

Dikkatli bir muhakeme, tekâmül kelimesinin daha çok doğa hakkında, doğal hakkında, buna mukabil tekemmül kelimesinin ise daha çok zihin ve/veya zihnî faaliyetler hakkında kullanıldığını teslim edecektir.

Niçin böyledir?

Çünkü doğa tekâmül edebilir ama aslâ tekemmül edemez. Hep eksiktir ve daima öyle de kalacaktır.




Buna mukabil, insan bilinci tekâmüle tahammül edemez, süratle tekâmül sürecini, başka bir deyişle evrimi, gelişimi, değişimi, ilerlemeyi sona erdirmek ister. Süreç son bulsun ister. Evreni kendi kategorileri içinde kavramak zorunda olduğundan, bilinç, dikkatini bütüne yöneltir. Bütünlüğe. En basit olana. Bölünemeyene. Kemâle.






Engels’in tabirini ödünç alırsam, tümevarım eşşeklerinin aslâ kendisiyle yakınlık kuramayacakları bir kavrayış biçimidir bu.



Bütünlük, nesnelerin kendisinde bulunmaz. Kant’ın da dediği gibi, bütünlük, bilincin kendisinden hareketle kavranılır. Kavranılabilir. Her mantıkî bütün, kaçınılmaz olarak mantıkî işlemlerden türer.


Zihindeki bütünlük, zihindeki sentezin sonucudur.

Yani?

İnsan bedenen ve hatta ruhen tekâmül edebilir ama aslâ tekemmül edemez.
Bitmemişlik insanın en aslî yazgısıdır da ondan edemez. İnsan bitmez. Bitemez. Tamamlanamaz yani.

Dairesini tamamlar, ikincisine geçer. Ebediyete değin. Duramaz. Sürekli hareket etmek zorundadır.

İnsan-ı kâmil tasavvurunu gözden geçirmek ve yeniden yorumlamak zorundayız. Bir kez daha. İnsanın hakikatini bir kez daha hatırlamak zorundayız.

İdealize etmeye ihtiyaç duymadan, insanın o bitmemişliğini, nakısaları içerisindeki ihtişamını yeniden ele almalıyız.

Hak dahî fiilleri itibariyle her an bir şe’ndedir, her an bir hâldedir. Bu hakikati unutmamalıyız.
* * *
Aristoteles’in, klasik psikolojinin kutsal kitabı olan, Περὶ Ψυχῆς'sini (Lat. De Anima), IX. yüzyılda, —babası Huneyn b. İshak’ın Yunanca’dan Süryanice’ye çevirdiği metinden—  في النفس (Nefs'e Dair) adıyla Arapça’ya çeviren mütercim İshak b. Huneyn, metinde geçen  ἐντελέχεια kelimesini aynen Yunancasıyla kullanır, ve fakat hemen ardından şu açıklamayı yapar:

(tamam) يعني: التمام

Peki karşıtı?

Karşıtı, tamam olmayan, yani nakıs, noksan, eksik.

Aristoteles felsefesinin en başat terimlerinden biri olan bu terime (entelekya'ya) sonraları Arapça’da bir  karşılık daha bulundu:

Kemâl (الكمال)

Karşıtı olarak önce âfet kelimesi kullanıldıysa da bugün genellikle Osmanlı Türkçesinden kemâlin karşılığı olarak sadece zevâli hatırlıyoruz. Bu terim çifti (kemâl-zevâl), bazen hayr-şerr terimlerinin yerine de kullanılır.

Aristoteles’in kemâl’i suret (form) ve fiil (act) mânâsına geliyordu. Zira doğal cisimlerin kendisiyle tamamlandıkları şey’in (suret’in) diğer bir adıydı kemâl. Bir de kuvve’den fiile geçmek'te olduğu gibi kuvve’nin (potansiyel’in) karşıtı olarak da kullanılırdı: fiil anlamında. (Daha yaygını: bilkuvve-bilfiil)

Kuvveden fiile geçilmesi kemâl-i evvel’di. İlk yetkinlik. Zat itibariyle yetkinlik. İkinci yetkinlik (kemâl-i sani) ise, sıfatlardaki yetkinlikti.

Platoncu ögelerle yeniden harmanlanan Aristoculuk açısından kemâl, maddeden ayrılışı temsil ediyordu. Yükselişi. Kutsallığı. Arza nisbetle semâyı. İdeleri. Küllî olanı. Üniverseli.

Başta: ulaşılamazı.

Sonda: ulaşılması zor olanı.

Ahlâkî açıdan: kusursuzluğu.

Lâkin her açıdan: umudu.

Bu teknik bilgilerden anlaşılması gereken nedir?

1. Aristotelesçi kemâl teriminin İslâm dünyasında hem klasik psikolojinin, hem de ahlâk biliminin en temel kavramı hâline gelmesi. 

2. Tekâmül etmekle yetinmesi gerekenin (insanın), Yeni Çağ öncesinde, sadece tekemmül edeceğine inanmakla kalmayıp bu inancı mutlaklaştırması, yani bir akide hâline getirmesi.

Fizikte determinizm, siyasette totaliterizm, felsefede idealizm, bu akidenin en doğal sonucudur. Akl-ı selimi de, zevk-i selimi de  aşırı uçlara savuran tek yanlılığı besleyen işbu akidedir: kusursuzluk vehmi. Zorunluluk.

Çatışma bitmeyecek, çünkü dindarlar kadar günahkârlar da, dinciler kadar dinsizler de mükemmelci. Mükemelliyetçi.

Baksanıza, hiçbiri kusurlarımızı hoş görmüyor. Bizim kusurlarımızı. İnsanın kusurlarını. Karşıtlarının kusurunu.

Sanki herbiri bir tanrı. Miniminnacık. Etten kemikten yapılmış olduklarını unutan hatasız, kusursuz, eksiksiz birer tanrı. Tekemmül etmiş tanrıcıklar. Hem de her yerde.

Seçilmeden önce, seçilirken, seçildikten sonra.

Tanrıcıklar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder