Güzel bir menkıbe vardır.
Sarhoşun biri
çamurlu ellerini, sırf silip temizlemek amacıyla yetim bir çocuğun başına
sürmüş ve fakat o yavrucağız, sarhoşun bu kötü niyetinden habersiz, saçlarının
okşandığını, bir yabancının kendisine sevgi gösterdiğini zannedip sevinmiş.
Cenab-ı Hak da bir yetimi sevindirdiği, bir yetimin sevinmesine vesile olduğu
için o kötü niyetli sarhoşun tüm günahlarını bağışlayıp onu cennetine
göndermiş.
Küçük bir çocukken bu menkıbeyi rahmetli
babamdan dinlemiştim. Kendisi de çok küçük yaşta yetim kaldığı için, bu
menkıbeyi gözlerinden iki damla yaş gelmeden anlatamazdı.
Bu hâliyle bile hikâyenin maksad ve muradını
hiç anlamadığımı, anlayamadığımı söyleyemem. Ne var ki aynı zamanda amellerin
niyetlere göre olduğu öğretisiyle yetişmiş, kişinin yaptıklarının en nihayet
niyetlerine göre değerlendirileceğini öğrenmiştim. Kimse sırf amelleriyle
cennete gidemezdi, asıl ölçüye vurulacak olan kişinin niyetiydi, kalb-i
selimiydi, salt davranışları değil.
Peki o hâlde, menkıbede sözü geçen kötü niyetli
sarhoş nasıl olup da bağışlanıyor, niçin niyeti değil ameli, hatta amelinin
neticesi göz önüne alınıyordu?
Bir yanda ilkeler(im), diğer yanda ise, bir
zamanlar babamdan dinlemiş olduğum hüzünlü, hüzünlü olduğu kadar da sevimli bir
menkıbe.
İlkeleri seçmek, hiç kuşkusuz ki ilk adımda bu
menkıbeden çıkarılabilecek maksad ve muradı bir kenara bırakmaktan daha kolay
bir çözüm olurdu.
Birgün Kınalızâde’nin Ahlâk-ı Alâî adlı eserinde şu cümleyle karşılaşınca, meselenin
benim zannettiğimin daha ötesinde bir manâsı olduğunu farkettim. Hakikaten, eğer nasibim varsa, bulacağım cevap, çok daha derinlerdeydi:
... mütercimin ehl-i tarik olmadığından
kat’-ı nazar edip hayır dualarına sebep ve zaîfe mağfiret olmağa dâî ola, ki
Hakk celle ve alâ, beha tanrısı değil,
behane tanrısıdır.
Kişinin niyeti ve amelleri kadar, amellerinin
vesile olduğu hâdiseler de önemli olduğu içindir ki Cenab-ı Hak beha tanrısı değil, behane tanrısıdır.
Bir şeyin bahası,
o şeyin kıymeti, değeri demek.
Farsçası beha (بها).
Türkçe’de ise daha çok paha şeklinde
telâffuz ediyoruz; meselâ kıymetli, değerli mânâsında pahalı (beha-dâr) diyoruz ve fakat bu kelimeyi sadece bir kıymeti,
bir değeri, bir fiyatı, bir ederi olmak manâsında değil, bilâkis yüksek
kıymeti, yüksek değeri, yüksek fiyatı olmak mânâsında kullanıyoruz. Kısaca çok
pahalı mânâsında.
Bir şeyin bahası, ya kendindendir, yani bizzat kendisi bahalı ve kıymetlidir veya bahası kendi dışındaki bir sebeptendir, değeri zatına değil, vesile olduğu herhangi bir faydaya mebnîdir.
Bir şey, zatında hiç de değerli olmadığı
hâlde, kendi dışındaki bir sebeple, meselâ kendisine duyulan ihtiyacın şiddeti
sebebiyle değer kazanabilir, pahalanabilir. Nehir kenarında suyun bahasıyla,
çöl ortasında suyun bahası aynı değildir. Aksi takdirde bazı şeylerin değer
kazandığından, pahalandığından veya değer kaybettiğinden, ucuzladığından söz
edilemezdi.
Bahane (بهانه) kelimesi de diğeri gibi Farsça kökenli. Asıl anlamı ise vesile, sebep. Lâkin günümüzde daha çok, asılsız özür, sahte mazaret mânâsında
kullanılıyor: bahane etmek, bahane ileri sürmek, vs.
Yani Cenab-ı Hak, bir şeyin veya kişinin
sadece ne olduğuna değil, neye/nelere vesile ve sebep olduğuna da bakar; yani
bahasını gerçekte bahane olduklarıyla değerlendirir, değerlendirebilir.
Kullarına sadece adaletiyle değil, hikmet ve rahmetiyle de muamele ettiği için,
zahire göre değil, bâtına göre, kendi katında malum bir bâtına göre hükmeder.
Sadi Şirazi çok önceleri ayn-ı hakikati terennüm etmiş oysa.
رحمت را بها نمی حوید
بلکی و را بهانه می جوید
Cenab-ı Hak rahmetine bahâ istemez
Bilakis o (rahmetini izhar için) bahane arar.
Zahir, kişinin niyet ve amellerinin zahiri
değil, niyet ve amel sahibine dahî gizli kalan hikmet-i Hüda’dır. Kim, O’nun
neyi neye vesile kıldığını bilebilir ki?
Hikmetinden sual olunmaz'ın manâsı da başka
değil, bu olmalı!
Şerr bildiğimizin hayır, buna mukabil hayır
bildiğimiz şeyin şerr olmasının mânâsını, mânâ-yı hakikîsini nasıl bilebiliriz?
En nihayet hayrın ve şerrin bahası, bizim
nezdimizde geçerli olan bahası değil mi? Zahirî bahası yani? O hâlde O’nun
katındaki bâtını, yani bütün olup bitenlerin arkasında saklı gerçek bahayı ve
dahî bahaneyi nasıl bilebiliriz?
Bilemeyiz!
Ey talib! Hiç tereddüt etme, sadece zahirdeki
amelleri değil, bazen bâtındaki niyetleri de bilebilir ve pekâlâ bildiklerinin
gereğince amel edebilirsin.
Bilemeyeceğin, bir tek O’nun niyeti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder