14 Eylül 2008
Cehennemin.
Derileri kavuran bir ateş üstelik. Ateşin.
Yüreğe işleyen... yakıcı... kavurucu...
Ateşler...
Sönmek bilmez ateşler...
Başlarında bir de zebaniler...
Sert ve güçlü, asık yüzlü, çatık kaşlı
zebaniler...
Bir de rahmet var.
Var değil mi?
Olmalı.
Rahmetin. Affın. Bağışlayıcılığın. Şefkatin.
Öyle öğretildi, asıl mazlumu, yoksulu, yetimi,
düşkünü sararmış rahmetin.
Şefkatin asıl günahların alacakaranlığında
boğulanları kucaklarmış.
Yoksunlarını, yoksullarını hiç mi görmezsin,
gözetmezsin?
Senden yoksun olanın o kahrolası
yoksunluğundan daha büyük bir ceza mı var!
Yoksunluğun ateşinde yananı başka hangi ateş
korkutur! Korkutur mu?
Yüreği yanan, derilerinin yanmasına niçin
aldırsın! Aldırır mı?
Senden korkan ey sevgili, cehenneminden nasıl
korksun! Korkar mı?
Senden, yani gözyaşlarından...
Gözyaşların, o kahırlı, o amansız ateşi söndürmez mi?
Beni orada yakacak olan ateşi değil, burada da
yakan, saran, kavuran ateşi.
Beni, yani divaneni.
Gözyaşlarınla yıkanmak için kendini ateşlere
salan meczubunu.
Yetimini.
Kızıp da kovmasaydın dergâhından, yeryüzünün
çamuruyla aslâ kirlenmeyecek olanı.
Adalet, elbette dersini çalışanlar için. Uslu
öğrenciler için. Görevlerini kelimesine kelimesine yapanlar, amellerine
titizlenenler için.
Hesaba çekilmeliler. En hassas terazilerde
tartılmalı amelleri. Kıl kadar haksızlık görmemeliler.
Zerre miktarı iyilik yapan o iyiliğin
karşılığını bulmalı, zerre miktarı kötülük yapan da o kötülüğün karşılığını.
Vaad verilmiş bir kere! Haklarında adaletle
hükmolunmalı. Amel defterlerine dikkatlice bakılmalı, iyiliklerine iyilikleri
kadarınca mükâfat verilmeli. İyi.
Pekiyi.
İnsafla. Adaletle.
O hâlde vaadinde dur ey sevgili!
Sözünde dur, ne söz vermişsen o sözü yerine
getir!
Vaadini.
Çalışkan kullarına. Akıllı, uslu, düzenli,
titiz kullarına.
Bilirim, sen vaadinden dönmezsin, vaadini
yerine getirirsin.
Çalışkan kulların ne istiyorlarsa, onu
bulmalılar nezdinde.
Yemyeşil bahçeleri... kocaman köşkleri... hem
de ırmaklar kenarında... meyve ağaçlarının altında... sevgilileri... gözün
görmediği, kulağın işitmediği nimetleri...
İstediklerini. Tümüyle değil hem de,
fazlasıyla.
Fazlına yakışır. Haşmet ve azametine.
Peki ey sevgili, vaadin gibi, vaîdini de
mutlaka tutar mısın, tutacak mısın?
Vaîdini, yani gerçekleşeceğini haber verdiğin mükâfat sözünü değil, ceza sözünü.
Varlığa getiren sensin! Toprağıma ruhundan
üfleyen.
Sevmeseydin varlık verir miydin? Varlığını
arzulamasaydın karşına alır mıydın?
Beni.
İnsanı.
Seni.
Hiç kuşku yok ki rahmetin, mehabbetinin
alâmeti. Mehabbetin olmasaydı, rahmetin de olmazdı, şefkatin de.
Adaletinle muamele etmen için sevmen gerekmez.
Kıldan ince, kılıçtan keskin o adaletin, mehabbetinin değil, zâtının gereği,
bilirim.
Bilmez miyim, kendilerinden razı olmadıklarına
dahî âdilsindir ey sevgili.
Peki kendilerinden razı olmadıklarına karşı
merhametli değil misin?
Ben bile bilirim, öylesindir!
Fakat âlimlerinden
duydum, diyorlar ki: Bir tek burada öyle. Sadece yeryüzünde.
Vaazlarında senin Rahman sıfatını dünyayla sınırlandırıyorlar; Rahim sıfatını ise ahiretle.
Rahman sıfatınla, dünyada müslüman-kâfir demez, her kuluna merhamet edermişsin. Buna mukabil Rahim sıfatınla rahmetini daraltıp sadece kullarının bir kısmına rahmedermişsin!
Ey sevgili, sınıfı geçemeyenleri, orada, öte dünyada gözyaşlarından yoksun mu edeceksin? Burada sınırlamadığın rahmetini, orada mı sınırlayacaksın?
Senden adalet isteyenlere, kendilerine ve
amellerine güvenenlere adaletinle muamele et!
Bu meczubun ise sadece rahmetine talib. Lütfen
ona rahmetinle muamele et!
Rahmetinle, yani gözyaşlarınla.
Rahmetinle, yani gözyaşlarınla.
Yoksunlarınla, yoksullarınla birlikte.
Burada değil sadece, orada da.
Ateşinle değil, kamçınla değil, bizzat gözyaşlarınla arındır onu.
Bir baba gibi değil.
Bir anne gibi.
Annelerimiz gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder