Eylül 2017
Kişi neden
kendisinde kendisine bakan o yüze, hakikatin yüzüne, hakikatinin yüzüne, yüzünü
bir türlü çeviremez?
Neden
kendisine ilgi göstermez, kendisiyle arasında ilgi kuramaz?
Neden
kendisiyle yine kendi arasındaki perdeleri kaldırmaya yanaşmaz?
Neden o
perdelerin arkasında kalan yüzünü, yani kendisini tüm çıplaklığıyla görmek
istemez?
Bu
gafletin değişmez mazeretlerinden biri de etraftır.
Kişi kendisiyle arasına etrafı
sokar, etraf yüzünden kendi yüzüne bakamaz,
etrafın ayartmasıyla özünden
uzaklara düşer.
Bir
düşünelim bakalım, nedir şu etraf dedikleri.
Etraf taraf
sözcüğüyle aynı köktendir. Kenarda olanı, uçta olanı, içinde olduğumuz alanın
sınırlarını gösterir. Arapça'da etraf işbu sınırlar dikey anlamı
düşünülerek kullanıldığında eşraf anlamına gelir. Bir
toplumun en üst tabakasına, en şerefli kesimine eşraf denir;
aşağıdan yukarıya bakıldığında en üstte, en son sınırda yer aldıkları düşünülen
kesimine. Oysa etraf sözcüğü bir mekânın, bir alanın sınırlarına işaret
edecek şekilde kullanılırsa sözcük yatay anlamıyla sınırları gösterir, ki Türkçe'de
karşılık olarak çevre kelimesinin seçilmesinin bir nedeni de budur. Bir
alanı çevreleyen çevrenin karşılığıdır etraf.
Mesela bu yüzden “çevrede olup bitenleri bilmek” ile “etrafta olup bitenleri
bilmek” arasında pek fark görmeyiz.
Peki bu
etrafın veya çevrenin sınırları nerede sona
erer?
Hiçbir
yerde sona ermez, sonlanmaz. Etrafın bittiği bir sınır noktası gösterilemez.
Soru şöyle
sorulmalıydı: Etrafın ve çevrenin sınırları nerede başlar?
Kendi
sınırlarımızın, kendi belirlenimlerimizin bittiği yerde. Bizim sınırlarımızın
sona erdiği yerde etrafın sınırları başlar ve kimse kendi etrafının sınırlarını
tayin edemez.
Burada civar
sözcüğünü hatırlamanın tam da sırası; zira bir şeyin veya bir yerin civarı, o
şeyin veya yerin kenar sınırları, etrafı, çevresi demektir. Bir şeyin civarında
bulunmak, o şeyin yakınında, etrafında, çevresinde bulunmak demektir. Örneğin komşu
(=konşu) bir şeyin, bir kimsenin, bir meskenin yanına konanlar için kullanılır. Siyasal sınırları müşterek noktada
kesişen ülkeler için sırf yanyana
kondukları için “komşu ülkeler” denmiyor mu? Taraf olmak, yandaş olmak demek değil mi? Bir şeye, bir fikre taraftar (taraf-dâr) olanlar, böyle
davranmakla o şeyin, o fikrin yanında
yer aldıklarını göstermiş olmazlar mı?
Eskiden
Türkçemizde etraf, civar yerine (Soğdca) sû
sözcüğü kullanılırdı. Bugün çoğu kimsenin lafın gelişi sadedinde kullandığı bu
sözcük ne yazık ki bir eşadlılığın kurbanı olmuş, aynı şekilde telaffuz edilen
başka bir sözcükle, su sözcüğüyle eşanlamlı hale
getirilmiştir. (Eşadlı sözcükler, aynı şekilde telaffuz edildikleri halde
farklı anlam ve köklere sahip sözcüklerdir; tıpkı 100 anlamındaki yüz
ile çehre/surat anlamındaki yüz gibi.)
Sû uyur, düşman uyumaz.
Bilmek
gerekir ki su uyumaz ve fakat sû uyur; yani bütün etraf uyusa,
civarımızdaki herşey, herkes uyusa, asla düşman uyumaz.
Akşam (saat 8) sûlarında buluşalım.
Bir zaman
birimiyle sular arasında ne gibi bir alâka bulunabilir? Ne ki oraya
usulca civar sözcüğünü yerleştiriniz cümlenin gerçek anlamı hemen
kendisini ele verecektir; yani dilerseniz arkadaşınızla suya sabuna dokunmadan
“Akşam saat 8 civarında”
buluşabilirsiniz.
Etraf,
civar, sû veya çevre,
bu sözcüklerin hangisini kullanırsak kullanalım, kendimizle çevremiz veya
etrafımız arasındaki sınırları kolaylıkla aşabildiğimiz halde, kendimizle
aramızdaki sınırları o denli kolaylıkla aşamadığımız kesin.
Şayet
etrafımda olan herşeyin sınırı benim sınırlarımın bittiği yerde başlıyorsa,
başka bir deyişle, ötekinin sınırları ancak benim sınırlarıma kadar
gelebiliyorsa, nasıl olur da böylesi bir etraf benim bizzat kendimle arama
girebilir; benim kendime dokunmama, kendimle konuşmama, kendimi özleyip
kendimle halleşmeme nasıl engel teşkil edebilir?
Kaybettim Yusuf'u Kenan ilinde
Yusuf bulundu vü Kenan bulunmaz
Herkes'in
bir Yusuf'u vardır; cemaline özlem duyduğu bir Yusuf'u. Kişi eğer direnmeyi
bilmezse, Yusuf'unu korumak hususunda titizlenmezse, Yusuf'una özen
göstermezse, ister istemez Yusuf'unu şehrin kalabalıkları (galebe-likleri)
arasında kaybeder, ondan onu bir daha bulamayacağı kadar uzaklaşır.
Etrafsız yaşamak, bir çevrenin bulunmadığı
bir alanda ikamet etmek, “tek başına
kalmak” demektir ki bu asla mümkün değildir. Ne ki bütün etrafa rağmen, çevremizi kuşatan sınırların rağmına yalnız yaşamak,
yalnız kalmak pekala mümkündür.
Evet,
belki tek başına kalamazsın, etrafsız olamazsın ve fakat eğer istersen, seni
çevreleyen sözde çitin sınırları içerisinde yalnız kalmayı, sadece kendinle
olmayı, kendinde olmayı başarabilirsin.
Sanma ki
mutsuzluğun etrafını kaybetmenden,
bilakis kendini kaybetmenden.
Etrafını unutmadıkça, kendini hatırlayabilir misin?
* OT Dergi

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder