Sayfalar

Peyami Safa ve Hitler

26 Haziran 2004


  


Adolf Hitler'in siyasî bir lider olarak Türkiye'de nasıl algılandığı, hatta bu ismin yakın tarihimizde siyaset ve fikir adamlarını hangi düzeylerde etkilediği veya etkilemiş olabileceği sorusu, sanırım, hâlâ cevabı aranması gereken sualler arasında yer alır. Nitekim Niyazi Berkes, hatıralarında “Naziliğin Türkiye'de etkinliğini artıran bir neden de Hitler gibi bir şefi olmasıydı” der ve ekler:

— “Hitler kükreyen bir arslandı; nutuk attığı zaman yalnız Alman halkı değil, bütün dünya korku içinde dinlerdi. Hitler gibi bir adamın oniki yıllık bir uğraşmadan sonra, Almanya gibi bir ülkenin cumhurbaşkanı olan mareşalinden ordusuna, parlamentosuna ve halkının büyük çoğunluğuna kendini benimsetmesi bir ‘mucize’ gücü taşımaktaydı. Bu demokratik yollarla iktidarı elde etme geleneği bulunmayan ülkelerdeki iktidar özlemi çeken kişilere çok çekici gelen bir yoldur.” (“Unutulan Yıllar”, s. 162, İstanbul, 1997)

Hitler'in nutuklarının, diktatörlük özlemi çeken kesimleri etkilediğini düşünen Berkes, onun nutuklarından etkilenenler arasında —Nadir Nadi'nin hatıralarına istinaden— Peyami Safa'yı da zikreder.

— “Onun açıklıktan uzak, kuşku ya da korku verici sarsak söylevlerini dinleyen bir ülke için Hitler bir harikaydı. Özellikle Peyami Safa gibi histerik kişiler ya da onun tersi olan palavracı tipler, onun nutuklarını dinledikleri zaman kendilerinden geçerlerdi.”

O halde Nadir Nadi'nin hatıratına başvuralım ve meselenin tafsilâtını kendisinden öğrenelim:

— “19 Eylül'de Hitler ilk defa olarak Danzig'i ziyaret etti. Bir ay önce sarıldığı gamalı haç kefenleri arkasında bir tek yapısının ne rengini, ne de biçimini göremediğim şehri o günkü haliyle zihnimde canlandırabiliyordum. Führer'in söyleyeceği büyük nutku bütün Alman istasyonları verecekti. Biz arkadaşlar matbaada toplanmış, Danzig'de yapılan muazzam töreni radyodan izliyorduk. Mızıkalar, marşlar, coşkun bağırışmalar arasında Hitler söze âğaz eyledi. Elektrikli destere ile kereste biçer gibi sinir bozucu, histerik bir sesi vardı. (...) Bununla beraber rahat konuşuyor, çabuk konuşuyor, uzun ve durmaksızın konuşuyordu.”

Nadir Nadi bu diktatörün “sinir bozucu sesine” daha fazla tahammül edemeyip oradan ayrılırken, kendinden geçmiş bir halde Hitler'in “histerik sesi”ni dinleyen Peyami Safa'yı farkediverir. Anlattıkları hakikaten ilginçtir.

— “Sıkıldığım için radyo başından ayrıldım. Odama gitmek üzere kapıyı açarken, tek kelime Almanca bilmeyen Peyami'yi bir köşede büzülmüş, heyecandan yüzü sapsarı, kendini kaybetmişcesine, parazitlerin daha da bozduğu o histerik sesi dinler gördüm. Biraz sonra arkadaşlar onu ispazmoza tutulmuş bir halde, bütün kasları gerilmiş olarak yarı baygın odama getirecekler ve telefonla acele bir sinir doktoru çağıracaklardı. Bir kelimesini anlamadığı Danzig nutku ile Peyami mest olmuştu. Çağımızın en büyük devrimlerinden birinin başarıldığına inanıyordu. (“Perde Aralığından”, s. 39-40, İstanbul, 2. bas. tsz.)

Niyazi Berkes'e göre Peyami Safa, kendisi de histerik bir kişiliğe sahip olduğu için yine histerik bir şahsiyet olan Hitler'in ve onun histerik nutuklarının etkisinde kalıyordu. Fakat biz biliyoruz ki Hitler'in kişiliğine yönelik ilgi, Peyami Safa ile sınırlı değildi ve Berkes'in tabiriyle hepsi de ‘palavracı’ sayılamazlardı.

Hitler'in bir zamanlar memleketimizde gördüğü alâkanın daha güçlü nedenleri olmalı değil mi? Meselâ Hitler'in kendileriyle savaştığı güçlü ülkeleri hatırlayalım: İngiltere, Fransa, Rusya. (ABD unsuru ise bir bahs-i diğer.) Almanya, I. Cihan Harbi'nde Osmanlı'nın müttefiki idi ve bu üç ülkeye karşı birlikte savaşmışlardı. Hitler Almanyası Lozan'ı delip bu ülkeleri hizaya getirdiği sıralarda, Lozan'ın bir diğer mağduru olan Türkiye'de Hitler'e ilgi gösterilmesinin psikolojik bir anlamı, hatta bir avuntunun, bir teselli bulma hissinin hiç etkisi yok mudur? Eh bir de unutmayalım ki Hitler iyi-kötü bir askerdi; askerî bir liderdi; üstelik ‘muktedir’di; hiç değilse iktidara yürüyüşü sırasında öyle görünüyordu. Bizde Napolyon'a yönelik ilgiyle Hitler'e yönelik ilginin kesiştiği nokta tam da burasıdır. Her ikisi de —en azından başlarda— gayet güçlü, becerikli ve tarihen bizim rakibimiz de olan ülkeleri dize getiren birer askerî lider idiler. Asker bir milletin (!) askerî liderlere —en hafif tabiriyle— ilgisini açıklamakta niçin zorlanalım o halde?

Sanırım, siyasî ve askerî nitelikli kimselerin Napolyan'a veya Hitler'e ilgisini açıklamakta zorluk çekilmiyor, bilakis ciddi fikir adamlarının nasıl olup da böylesine güçten ve güçlüden yana eğilim gösterdiklerini kavramak bir sorun haline geliyor. Sadece bizim tarihimizde değil, bütün insanlık tarihinde de ciddi düşünürlerin çoğu güçlü siyasî liderlere ihtiyaç hissetmişler ve imkân bulur bulmaz da siyasî gücü, iktidarı desteklemekten geri durmamışlardır.

Platon'un Syrakusa macerasını hatırlamayanımız var mı?

Bu vesileyle Mark Lilla'nın “Felsefe'yi Siyasete Alet Edenler” üstbaşlığıyla Gelenek Yayınları'ndan çıkan “İlkesiz Deha” (İstanbul, 2004) adlı incelemesini dikkat çekelim. Çünkü Lilla, bu eserinde birçok çağdaş düşünürün, düşüncenin siyaset ve iktidarla olan irtibatı noktasında sergiledikleri tutumu analiz ediyor. Lilla'nın analizlerini naif bulmakla birlikte, biz kendi tarihimizden örnekler vermeye devam edeceğiz ve bakışımızı bir başka fikir adamının, Nurettin Topçu'nun Hitler'e olan ilgisine çevireceğiz.

Yarını beklemeye değer!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder