29 Ekim 1999
Bir
kural vardır:
Telefonunuz dinlenmiyor olabilir, fakat siz yine de telefonunuzun dinlendiğini varsayarak konuşun!
Bu
kural, komplo teorilerine meşrûiyet kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda insanı,
ardındaki nedenler tahmin edilemediği için açıklamakta güçlük çekilen politik
olayları birer rastlantılar yumağı
halinde görmek safdilliğinden de kurtarır.
Türkiye'de
olup bitenler (!) birer rastlantılar
yumağı görüntüsü kazandıkça, yorumcuların çoğunluğu, akla ilk gelen
açıklamalara başvurmak kolaycılığına düşerler: halk düşmanlığı, devlet
düşmanlığı, din düşmanlığı, jakoben devlet, cahil halk, beceriksiz yöneticiler,
insan hakları, eğitimsizlik, özümsenememiş demokrasi, şeffaf devlet, sivil
insiyatif, aslanlar, kaplanlar, kartallar, serçeler, vs...
Bu, olup
bitenlerin nedenlerini ülke içinde (kendi içinde) aramayı itiyad haline
getirenlerin içine düştükleri bir tuzaktır, zira hiçbir siyasî hâdise, özü
gereği, rastlantısal olamaz, olup
bitenler, hep bir irade, daha açıkçası farklı iradelerin
kesişmesinin/çatışmasının sonucunda tezahür eden bir irade doğrultusunda olup
biter. Binaenaleyh baştaki kural gereğince, işlerin böyle olduğu ispatlanamasa
bile, onların böyle gerçekleştiğini düşünmek zarureti vardır.
Elbette
özgürlüklerine kavuşmak amacıyla.
Peki
ülkenin bağımsızlığı? (Bu hengâmede bağımsızlığı
düşünen mi var, önce özgürlük!)
Kemalistler ise, özgürlükleri umursamaz görünüyorlar, onlar için önemli olan bağımsızlık!
Bu nedenle bağımsızlığımız tehlikedeyken özgürlükmüş, insan haklarıymış, hoşgörüymüş, halka/halkın inançlarına saygıymış, ülkenin bu tür lüksleri olmadığına inanıyorlar. (Bu hengâmede özgürlüğü düşünen mi var, önce bağımsızlık!)
Cumhuriyet
tarihinin başa çıkmak zorunda bırakıldığı en büyük çelişki budur:
ya devletin bağımsızlığı
ya halkın özgürlüğü
Bir
yanda, devlet bağımsız olmadıktan sonra halkın özgürlüğü neye yarar, diyenler, öte
yanda, halk özgür olmadıktan sonra, devlet bağımsız olsa n’olur, olmasa n’olur,
diyenler.
Milli Mücadele, bağımsızlık konusunda ittifak eden iradelerin başarısıydı. Önce vatan, denmişti. Bağımsızlığın sürdürülmesinin özgürlüklerin feda edilmesine bağlı olduğunu düşünenler, devletin bekası için özgürlükleri biçmekte tereddüt etmediler.
Aynı
çelişki bugün de yaşanıyor. 28 Şubat'tan bu yana bağımsızlık adına özgürlükler
budanıyor.
Devletin derininde yer alan irade, Menderes döneminden de, Özal
döneminden de hiç hoşnut olmadı ve bu nedenle her iki dönemi de âdeta hiç
yaşanmamışa döndürdü. Çünkü Menderes ve Özal dönemlerinde, halkın özgürlük
alanı alabildiğine genişlemiş, buna karşın devletin bağımsızlığı alabildiğine
azalmıştı.
Ne
garip değil mi, bu topraklarda halk olarak özgürlüğümüzün artması, devlet
olarak bağımsızlığımızın azalmasıyla mümkün olabiliyor, devletin bağımsızlığı
konusundaki hassasiyetlerin artması da halkın özgürlüklerinin azalmasına yol
açıyor, tıpkı biri yükselirken, diğeri alçalan bir terazinin iki kefesi gibi.
İslâmcılar,
devletin baskıları karşısında bunalınca, özgürlüklerini elde edebilmek umuduyla
AB yanlısı olmaktan ve tabiatıyla, baskıya maruz kalan diğer muhalif gruplara
yanaşmaktan kaçınmıyorlar. Ben Tanrı'ya inanmam ama, diye söze başlayan aydın
takımına kucak açmalarının en önemli nedeni de işbu baskı ortamı.
Yönetilenlerin
özgürlük arzusu, yönetenlerin bağımsızlık iradesine galebe çalıyor.
Biri
arzu, diğeri irade. Ne olup bittiğini anlamayanlar arzu'nun çekiciliğine râm
olurken, anlayanlar ise irade'nin gücü yanında yer alıp hoşgörüsüz görünmekten
kaçınmıyorlar.
Özgürlük istemi bizi bir tarafa sürüklerken, bağımsızlık istemi başka bir tarafa
sürüklüyor.
Kavalcılar farklı, davet ettikleri köyler de farklı. Hangi yöne gidersek gidelim, sonuç itibariyle kendi aklımızın, kendi siyasetimizin, kendi irademizin doğrultusunda gitmiş olmuyoruz, bilakis duygularımızın peşinden sürükleniyoruz, kısa süreli duyguların.
Bu
arada, hem bağımsızlık, hem özgürlük yanlısı olunamaz mı, diyenlerin sayısı
artmaya başlarsa, akla gelecek ilk ihtimal şudur:
Demek oluyor ki ki
Almanya (özgürlük) ile ABD’nin (bağımsızlık) dışında yeni bir güç merkezi daha
ortaya çıkmış.
NOT: Ondört yıl sonra bu yazıda küçük bazı düzeltmeler ve güncellemeler yapmayı isterdim ve fakat yorumsamanın gövdesi olup bitenleri (!) açıklama gücünden hâlâ pek bir şey kaybetmemiş göründüğünden, bu işleme gerek duymadım ve yazıyı kendi tarihselliğine terketmeyi uygun buldum.
Belirtmek gerekirse, dindarlar uzun süredir iktidardalar ve söylemin doğası gereği artık halkın özgürlüğünden değil, devletin bağımsızlığından dem vuruyorlar. Görece salt özgürlük yanlısı olanlara gelince, onların nezdinde de bağımsızlık sorunu pek o kadar öncelik arzetmiyor gibi.
Nedeni çok basit: tarip boyunca hep iktidarlar bağımsızlıktan (daha çok iktidardan), muhalifler ise hep özgürlükten (daha az iktidardan) hoşlanmışlardır.
Bağımsızlık ile özgürlüğün yanyana geldiğini ne zaman göreceğiz?
Elbette, bağımsızlık ile özgürlüğün gerçek anlamını kavradığımızda.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder