Sayfalar

FENA ÜZERİNE DERSLER


14 Ocak 2007


Düşünme’nin, kendi toprağında derin derin nefes alıp verebilmesi için, her şeyden evvel, kendisine yoldaşlık eden dil’in imkânlarını genişletmesi, ifade aracı olarak seçtiği bu dilin sözcüklerine eski itibar ve haysiyetini yeniden iade etmesi gerekiyor.









Türkiye’de düşünme’nin ve düşünce’nin aşmak zorunda olduğu en önemli engel budur: dil engeli.

Şu veya bu yönüyle değil, bütünüyle dil.









Düşünme, ne yapıp edip toprağını yeniden kazıp havalandırmalı ve bu işlemi mümkün olabildiği kadarıyla en derin düzeyde gerçekleştirmeli.
Sorun, bugüne değin yapılageldiği gibi, sadece üslûp, imlâ, sözdizimi, sözcük hazinesi veya sözcüklerin kökeni, vb. tartışma konularıyla sınırlı tutulamaz. Bu sorunlar, esas itibariyle konuşmak ve yazmak (iletişim) için Türkçe’ye ihtiyaç duyanların sorunlarıydı, sanıldığı gibi, düşünmek için Türkçe’ye ihtiyaç duyanların değil.
Düşünmeden konuşulup yazılabilir mi?
Kulağı işiten (dinleyen), gözü gören (okuyan) akl-ı selim sahiplerinin bu soruya vereceği cevabı tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek.
Ma’lumu i’lam değil, ilan eden; teşrik-i mesaî yerine teşvik-i mesaî yapan, bir şeyin bir şeyi haiz olduğunu değil, bir şeye haiz olduğunu sanan veya hala-hâlâ-halâ, mütevazı-mütevazi, mütehassis-mütehassıs, mahsus-mahsüs, hat-had, vb. yazım sorunlarıyla başı dertte olan okur-yazar takımının hassasiyetlerini görmezlikten gelmek gibi bir yola sapmayalım ve fakat daha önemli bir şey yapalım, konuşulmayanı konuşmaya, düşünülmeyeni düşünmeye başlayalım.
Türkçe’de fenâ, fenâlık, fenâlaşmak sözcükleri, hem de üzerinde hiç düşünülmeden, kötü, kötülük, kötüleşmek sözcüklerinin eşanlamlısı olarak kullanılıyor.
Meselâ:
Çok fenâ bir iş yapmış. 
Ne fenâ bir adam! 
Bari sen ona fenâlık yapma! 
Fenâlık eden cezasını bulur! 
Birden fenâlaştı.
Bu sözcüklerin gündelik dildeki kullanımlarını yanlışlamak gibi hatalı bir yola sapacağımız düşünülmesin. Aksine biraz derine kazmak suretiyle, bugün hakkıyla idrak edip kavramakta güçlük çektiğimiz irfan dünyamızın kapısını usulca tıklatmak niyetindeyiz.
Kötü’nün zıddı iyi, kötülüğün zıddı ise iyilik.
Türkçemizde daha önceleri, iyi-kötünün mukabili olarak hayr-şerr (خير - شرّ) kullanılırdı.
İyi günler! 
Hayırlı günler!
Oysa fenânın karşıtı beka. Çünkü fena geçicilik, beka ise kalıcılık demek. Keza fânî geçici olan, yok olan, ölümlü, bakî ise, kalıcı olan, sürekli olan, ölümsüz anlamına gelir.



Bu anlamların izini takip edecek olanlar, fenâ sözcüğünün nasıl olup da kötü-kötülük anlamı kazandığını kavramakta sanırım pek güçlük çekmezler. Nitekim mezartaşlarının bile هو الباقي ile taçlandırıldığı bir anlam dünyasında, geçici olana değil, kalıcı ve sürekli olana yönelmiş bir zihin yapısının, geçiciliğe değer vermemesinden, onu bizatihi kötü olarak tanıyıp tanımlamasından daha tabii ne olabilirdi!




Her şeyden evvel âlem fâni idi.
Mal ve mülk geçiciydi.
Eskiler malla mülkle övünmeyi marifet saymazlar, kalıcı olan, olması gereken ne varsa, malı çoğaltmak, mülkü güçlendirmek uğruna hepsinden, meselâ haysiyet, vakar, hilim, tevazu, adalet, merhamet gibi beşer'i insan yapan bütün aslî niteliklerinden bir çırpıda vazgeçmezlerdi.
Keza makam, mevkii, rütbe, mertebe de geçiciydi.
Fânî olduklarını idrak edenler,  makam-mevkii sahibi olmak amacıyla koca bir ömrü heba etmekten çekinir, bizimkileri kayırırken onlarınkine kıymayı adamlıktan, âdemlikten saymazlardı.
Fenalık fânîlere mahsus kötü, yani geçici işlerin adıydı. Kötülüktü, şerrin ta kendisiydi, ve dahî zulümdü. Bu yüzdendir ki Türkçe’de zulüm ve fenalık birlikte kullanılırdı.
Sizin anlayacağınız, fenâ sözcüğünün anlam dairesi, bugünkü kullanım alanından çok daha geniş.
Biraz daha derine doğru kazarsanız, karşınıza çıkacak olan anlam katmanlarını, inanınız, tahmin bile edemezsiniz, yeter ki Türkçe hakkında fenâ düşünmeyin!
Değil mi ya, önce kendisiyle konuşup yazdığınız dilin hakkını verin ve elinizden geliyorsa, onu kendisiyle düşündüğünüz bir dil haline de getirin!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder