Sayfalar

SENİ SEVMEMDEN SANA NE?


28 Kasım 2009

Macbeth does murder sleep!

Hakkı verildiği takdirde, dilin, temsil gücünün hangi noktalara çıkabileceğini, Shakespeare’in şu ifadesinden daha iyi anlatabilecek çok az söz bulunabilir herhâlde.
Evet, ifade aynen böyle:

Daha uyku yok! Macbeth uykuyu katletti [çünkü]!


Uykuyu katletmek!
Uyku katledilince, uykusuzluk başlar.
Uykusuzluk, yani huzursuzluk!
VE ızdırab!
Oysa uyku, zaten ölümün kardeşi değil midir?
Uyumakla ölmüş sayılmaz mı insan?
[Ölmez mi, değil, ölmüş sayılmaz mı? Zira bizde uyuyanı ölüye sayarlar, sanki ölmüş sayarlar.]
Dilerseniz, Kur’an’a müracat edelim:

Allah alır götürür o canları, öldüklerinde; ölmeyenlerinkini ise uykularında. Sonra, haklarında ölüm hükmünü verdiklerini alıkoyar, diğerlerini ise belli bir süreye kadar salıverir/geri gönderir. (Zümer: 42)

Ayetin orijinalinde kelimelerin sevişmeleri hakikaten bir başkadır! Hâl böyleyken, Türkçe’den fedakârlık etmek pahasına kapıyı hiç değilse birazcık arayalım:

A) O nefisleri öldüklerinde vefat ettirir.

B) Ölmeyenlerin nefislerini ise uykularında (vefat ettirir.)

Metnin aslında ruh değil, nefs (çoğ. enfüs) kelimesinin kullanıldığını hatırlatalım. Bir de ölenlerin de, uyuyanların da işbu nefislerinin vefat ettirilmiş olduğunu...
Mevt olmadan da nefis vefat edebilir/ettirilebilir. Bu nedenle gelenek, Hz. İsa’nın vefatından söz eder, mevtinden değil! Yani mevta başkadır, müteveffa çok daha başka!
Kısacası, öldüğümüzde de, uyuduğumuzda da canlarımız alınıp götürülür bizden. Can tenden ayrılır. Can ölümden sonra geri dönmez, uyku sonrasındaysa geri döner.
Bu semantik tabloya göre ölüm ile uyku arasındaki temel fark, ilkinde cânın tenden ayrılışının kalıcı, ikincisindeyse geçici olmasıdır. Yani gerçekte uyku, geçici ölümdür, ölüm ise, sürekli uyku.
Geçici ölümden dirildiğimiz gibi, birgün sürekli uykudan uyanacağımızı haber veren Kur’an’ın, bu ayette nefs kelimesini, bilinç (Elmalılı Hamdi Yazır’ın tabiriyle: akıl, şuur ve temyiz) anlamında kullandığına işaret edersek, sanırım araladığımız kapıyı artık güvenle kapatabiliriz.
Uyku ile ölüm arasında benzerlik kurulmasının asıl sebebi şimdi daha iyi anlaşılmış olmalı. Her ikisinde de bilinç kaybına uğruyoruz çünkü. (Bu kayıp uykuda geçici, ölümde süreklidir.)

Ne uyuklama tutar O’nu, ne uyku! (Bakara: 255)

Bu ve birçok ayetin de kılavuzluğunda Tanrı için şu sıfatı kullanmakta bir mahzur yoktur sanırım:

Tanrı, sürekli bilinçtir.

O her an bir şe’ndedir; her an yaratmaktadır ve elbette gafletten âzadedir.
Peki ya kulları?
Bakınız, Efendimiz (s.a) nasıl buyurmuşlar:

İnsanlar uykudadırlar, öldüklerinde uyanırlar.

Bu durumda yaşam uykunun, ölüm ise uyanıklığın zeminine yerleşiveriyor.
Uyanabilmek için ölmek zorunda mıdır insan?
Ya da yaşamını güvenle sürdürebilmek için uyumak?
Şayet insanlar öldüklerinde uyanacaklarsa, bir daha aslâ uyuyamayacaklar mı?
Perdeler bir daha inmecesine tamamen kalkacak mı?
Öyle olmalı, zira  şeyhin biri şöyle demiş:

Uykuda bir hayır bulunsaydı, cennette de uyku olurdu.

Cennette uyku yoksa, perde de yok demektir!
Kur’an unutmak kelimesini terketmek anlamında kullanır.
Meselâ şu ayette mânâ böyledir:

Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. (Tevbe: 67)

Unutanın yazgısıdır unutulmak. Nitekim küçük bir farklılıkla, aşağıdaki ayette de mânâ aynıdır:

Şu kimseler gibi olmayın ki onlar Allah’ı unutmuşlardır, Allah da onlara kendilerini unutturmuştur. (Haşr: 19)

Hakkı unutan/terkeden, hakikatte kendisini de unutmuş/terketmiş olacağından, gaflet sevgiliden uzakta kalmaktan başka bir anlam taşımaz.
Uyumak, çoklarınca gaflet alâmetidir. Çünkü onlara göre uyumak, unutmak demektir.
Buna mukabil bazı hak âşıkları hiç uyanmak istemezler, çünkü sevgiliden ayrılmak istemezler. Sevgili onlara hep düşteyken gelir; uykudayken. Vahyini, ilhâmını, merhabasını düş aracılığıyla lütfeder.
Bûseleri —zannedildiğinin tam da aksine— uyanıklar için değildir; uyuya kalanlar içindir, yârin penceresinin önünde nöbet tutmaktan yorulup bir kaldırım kenarına kıvrılanlar için.
Bazı âşıkların tabiatı böyledir. Sevgilinin yüzüne uyanıkken değil, uyurken bakabilirler ancak! O yüzü ayık hâlde değil, aksine sarhoşken seyredebilirler.
Karşılık alamamaktan değil, almaktan korkarlar. Uyanmaktan. Ayılmaktan.
En nihayet, fazla sıkıntıya gelemezler, ve Wilhelm Meisterın girişinde, Goethe’nin dediği gibi derler:

Wenn ich dich liebe, was geht’s dich an?
(Seni sevmemden sana ne?)

Aşıkların ayık ve uyanık olanı böyle diyemez. Diyeni ise, sevgilinin gelip cevabı kulağına fısıldamasını bekler. Sarhoşken veya uyuyorken.
Cevabı hatırlayıp hatırlamamanın hiçbir önemi yoktur.
Aşkın iki tarafı yoktur çünkü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder