Sayfalar

ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK, KARDEŞLİK



12 Nisan 2009

2009 yerel seçimlerinde MHP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayının ismi Müsavat Dervişoğlu idi. Aslında Fatsalı bir aileden. Hukukçu bir babanın oğlu. Nail Dervişoğlu’nun.
Rivayet o ki merhum Nail Bey, Türkiye'de neye ihtiyaç varsa, neyin sıkıntısı çekiliyorsa onları çocuklarına isim olarak vermeye ahdetmiş.

VE çocuklarına şu isimleri vermiş:
Adalet 
Müsavat 
Hürriyet
İttihad ve Terakki’nin Fransız Devrimi’nden muktebes o ünlü sloganının tamamlanabilmesi için eksik kalan isim şu:
Uhuvvet (Kardeşlik)
Adalet bizde kız çocuklarına verilen isimlerdendir. Meselâ ünlü romancımız Adalet Ağaoğlu, ilk akla gelenlerden.
Acaba niçin?
Adalet, ele geçirilmesi çok güç olan bir sevgilinin adıdır da onun için. Tıpkı hürriyet gibi, hikmet gibi.
Düşünce kodlarımız adaletin kolaylıkla baş tâcı edilmesine izin verdiği gibi müsavatın da baştâcı edilmesine izin vermemiş.
Bir düşününüz lütfen, adaletin Türkçesi bile yok! 
Oysa müsavatın Türkçesi var: eşitlik
Kezâ hürriyetin de, uhuvvetin de: özgürlük ve kardeşlik.

Yanyana düşünelim:







Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik

Aslını söylersek:

Liberté, Égalité, Fraternité






Hani, adaletin Türkçesi nerede?
Yok!
Tıpkı hakikat gibi, aşk gibi, onların da Türkçesi yok!
Bir düşünelim bakalım, hakikat karşısında gerçekin, adalet karşısında eşitlikin ne değeri olabilir?
Acaba hakikat ve adalet karşısında gerçek ve eşitlik sözcükleri niçin daha cılız, daha hafif, daha yoksul görünüyor?
İnanınız, nedeni psikolojik değil!
Alışkanlık ise hiç değil!
Hürriyetin karşısına özgürlük sözcüğünü koyunuz, bu sefer tam aksi olacak ve özgürlük size hürriyet’ten daha etkileyici, daha tercih edilir bir sözcük olarak görünecektir. Çünkü hürriyet de Osmanlı’nın son dönemlerinde —yine Fransız Devrimi’nin etkisiyle— uydurulan sözcüklerdendir. Üstelik dini ve siyasi düşünce geleneğimizde ciddi hiçbir karşılığı bulunmamaktadır. (İtaat'in yüceltildiği toplumlarda birey gibi, özgürlük de ister istemez değersizleşir. Tasavvuf literatüründe "daireyi tamamlamak" anlamında bir hürriyet terimi vardır ki onu da hatırlayan beri gelsin!)
Özgürlük modern bilincimizin  bir parçası. Daha telâffuz edilir edilmez heyecanlanıyoruz. Oysa hürriyet, sadece bir gazetenin adı.
Adalet sözcüğünün Türkçe’de uydurulmuş yeni bir karşılığının olmaması, terim olarak çok köklü tanımlarının olmasından. Binbeşyüz yıllık bir duygu ve düşünce geleneği kendisini bu kelimeyle ifade etmiş, ve kelimeyi ıstılah (terim) haline getirmiş iken, bu durumda modernlerin fazla seçeneği olamazdı zaten!
Ahlâk kelimesinin Türkçesini bulmak kolay mı sanıyorsunuz?
Ya da sanat veya şiir kelimelerinin?
Roman’ın adı roman! Hikâye yerine de dileyenler öykü desinler! Şiir’i ne yapacaksınız, bu sözcüğü nasıl Türkçeleştireceksiniz?
Unutmamalı bilinçdışının kodları kolay değişmez.
Daha önce, bir vesileyle, adaletten anlaşılanın, en çok, belli belirsiz bir sosyal adalet kavramından ibaret olduğunu söylemiş ve Mısırlı düşünür Seyyid Kutub’un II. Dünya Savaşı’ndan sonra yazmış olduğu el-Adalet’ul-İctimaiyye fi’l-İslâm adlı kitabına atıf yaparak bu kitabın Türkçesinin 1960’lardaki politik kullanımına işaret etmiştim.
Bu kitap, İslâm’da Sosyal Adalet adıyla tam üç kez Türkçe’ye çevrildi.
İlki 1962’de Yaşar Tunagür-M.Adnan Mansur tarafından (Cağaloğlu Yayınları) çevrildi. 
Daha sonraki iki çevirinin üzerinde Beşir Eryarsoy ve Harun Ünal imzaları var. (Arslan Yayınları ve Hikmet Neşriyat).
İlki 60 ihtilâlinin ardından, diğerleri 80 ihtilâlinin.
Belki de tesadüftür diyebilirsiniz. Belki de öyledir, bilemiyorum.
Bildiğim, farkettiğim sadece o yıllara ilişkin kısa bir anı notu.
İsmail Kazdal’ın Serencam-Anılar adıyla yıllar önce yayımlanan hatıratından.

Arabaşlık şöyle:

Kullanıldık mı?

İsmail Kazdal’ın açıklama ve yorumlarıysa atom bombası şiddetinde:
Çalışmalarımızın derin ve de kutsal devlet tarafından kullanıldığını anladığımda komaya girmiştim altmışlı yılların ikinci yarısından sonra. Rahmetli Seyyid Kutub’un Türkçeye çevrilmiş olan ilk eseri İslâm’da Sosyal Adalet adlı kitabı çeviren Diyanet İşleri Başkan Vekili Yaşar Tunagür’ün MİT Müsteşarı [Mehmet] Fuat Doğu’nun ajanı olduğunu duyduğumuzda aklımız karışmıştı doğrusu. Devlet, yani asker ne maksatla Seyyid Kutub gibi radikal ve de fundamental bir Arab’ın (ki devlet koyu bir Arap düşmanlığını politikası haline getirmişti) çevirtsin ve neşir etsindi ki. (…) 61 anayasasıyla gelen yeni Marksist akımlar doğrudan insanın günlük ihtiyaçlarına hitap ediyor ve fakir halkın büyük fedakârlıklarla üniversiteye gönderdiği çocuklarını kolaylıkla avlıyordu. Bu durumda mücadele için sosyal dengeleri sağlayan İslâm’dan başka alternatif kalmıyordu devletin elinde. Zaten, ekonomik eşitlik anlamındaki “Sosyal Adalet” avazeleriyle ortalığa dökülen Marksistlerin bu sloganını boşa çıkarmak için, tercüme ettirilmiş ilk kitabın adına İslâm’da Sosyal Adalet adı konmuş ve bu slogan Marksistlerin elinden alınmaya çalışılmıştı. (s. 271-272, Pınar Yay., İstanbul, 2004)
Görüldüğü üzere, adalet sözcüğünün bizim toplum ve siyaset düzlemimizdeki anlam serüveni yeterince şaibelidir, tıpkı islamcılık gibi.

* * *

Pratik aklın (akl-ı meaş) ürünü olan düşüncelerin ardında siyasi ve ticari nedenlerin (maksatların) olması gayet doğaldır. Çünkü zaten pratik aklın varlık nedeni siyasi ve ticari toplumsallığın ta kendisidir.
Ancak teorik aklın, yani akl-ı mead'ın da toplumsallığın mübrem (acil) ihtiyaçlarından uzak kalmayı başararak siyasi/askeri ve ticari yönlendirmelere iltifat etmemesi onun haysiyeti gereğidir. Nazarın özü, olup biteni sahanın dışından nazar etmektir. Yukarıdan değil belki ama kesinlikle dışarıdan. Çıkardışı bir noktadan. Ne kadar mümkünse o kadar. 
Eşitlik ve özgürlük gibi hakkı verilmemiş kavramların bırakın etraflıca analiz edilmelerini, sırf adlarını duymakla bizleri heyecanlandırıyor olmaları bile çok güzel değil mi?
Ararsak, eşitlik'te toplumu, toplumsal olanı, buna mukabil özgürlük'te ise doğal ve bireysel olanı buluruz. Eşitliği her idrak edişimizde ister istemez özgürlüğümüzün tehlikeye girdiğini hissederiz.
Özgürlük talebi en temelde insanın farklılığını duyumsama isteğinin tezahürüdür. Eşitlik talebi ise, bizatihi varoluşun, insan haklarının ilksel dayanağı olduğu öne sürmektir.
Varoluş, her şeyden önce toplum içinde varoluştur. Şehirde. Surların arasında. Sınırların. Eşitliği gerekli kılan, bu sınırların zorunlu varlığıdır. Özgürlük ise bu zorunluluktan kaçmanın adı. Eşitliğin tesviye edici, törpüleyici tekniklerine itiraz sadedinde birey olmayı taleb etmenin gereği.
Adalet liyakat gerektirir. Eşitlik ise gerektirmez. Varolmak yeterlidir. Özgürlüğe gelince, o sadece çaba gerektirir, bir ömür boyu sürecek bir çaba.
Unutma ey talib, doğal ve toplumsal olandan özgürleşmek kolay değildir. Birey olmak. Ferd.
Tevarüs etmiş olduğun aidiyetler, mensubiyetler (milliyet, kavmiyet, aşiret) bir yana, demek ki asıl ferdiyyetin yoksa sen bir hiçsin!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder