10 Ağustos 2008
Çok az insan ısrarla, inatla olup bitenlerin hakikatini bilmeyi ister, gerçekten de çok az insan.
Çoğu insan, sadece kendilerine iyi gelecek olanı, işlerine gelecek olanı duymak ve bilmek ister.
İnsanlar böylelikle kendi gerçekliklerini kurarlar. Kendi gerçeklerini üretirler.
Bu gayet insanca bir eylemdir, zavallı hayvanların cahili oldukları bir eylem.
Goethe’nin annesi, fevkalâde neşeli, parlak bir hipomanik mizaca sahipmiş.
Kadıncağız,
bu nedenle, hizmetçisine, kendisine kötü haberler vermemesini sıkı
sıkıya tenbih eder, böylece o yumuşak tabiatını, bizzat kendisine karşı, yapay
önlemlerle korumaya çalışırmış.
Sadece Dr. Ernst Kretschmer’in sikloit mizaçlar arasında
değerlendirdiği hipomaniklere özgü bir hâl değildir böylesi kaçınmalar. Bilâkis
insanların çoğu, doğru haberlerden
ziyade iyi haberler duymak isterler.
Hiç mübalağa etmiyorum, herkes kendi
dünyasında yaşar.
VE yine bu nedenle herkesin, kendi kendine sarmalandığı
perdelerle başı belâdadır.
Gözlerimiz, muhataplarımızın fanusuyla
karşılaşmadan önce kendi fanusuyla çarpışır, o görünmez fanusuyla, kendi
fanusuyla.
Kendi fanusunu kırmadığı/kıramadığı sürece,
kimse başkasının fanusuna el uzatamaz.
Hülâsa, kimse başkasından ve tabii ki kendisinden
doğru haber almak istemez.
İhtiyaç duyulan sadece iyi haberdir.
Hayal ve vehim yetileri ne işe yarar?
Tamıtamına bu işe.
Gerçek sevimsizdir çünkü. Acı verir. Bu yüzden
de gerçeği bilmek ve gerçeğe uygun davranmak kimsenin işine gelmez.
Gerçeklerden kaçınma, dört köşeli
doktorlarımızın sıklıkla söylediği gibi, bir anomali, bir hastalık değildir, aksine normal olanı, doğal olanı gerçeklerden kaçınmadır.
Bu dünyada işler böyle yürüyor, insan
gerçeklerden kaçınmak suretiyle kendisini iyileştiriyor.
Eskilerin tabiriyle hayal/tahayyül ve vehim/tevehhüm
kabiliyetidir insanın gerçeklerden kaçınmasını mümkün kılan.
İnsan, istemediklerini bazen görmez, bazen
görmezlikten gelir. Her ikisi de bir sakınma, bir kaçınma yöntemidir.
İstemediğin için görmezsin, göremezsin veya
görmemiş gibi davranırsın.
Aradaki fark, fark-ı azimdir.
Psikiyatrinin devreye
girip daireye dahil olduğu her yerde misafirleri Hukuk karşılar. Hukuk, tabii
bir de Ahlâk.
İstemsiz körlük, görmeyenin/göremeyenin
yazgısı. Hatta bir yönüyle ödül.
Ödül, çünkü görmeyen, görmediğinin farkında
değildir. Bilinci onun işini kolaylaştırmış, görmemesi gerekenleri görünmez
hâle getirmiştir.
Göremeyene gösteremezsin. Hâline bırakmalı.
İnsanları zorlamamalı, hakikate salih olmayanları hiç tereddüt etmeden mağarada
bırakmalı.
İnsanları, yani insanların çoğunu, yani kalpleri mühürlenenleri.
Unutma ey talib, gaflet, istemsiz körlüğün
alâmetidir.
Bile isteye körlüğe gelince, ilkine nisbetle,
bu daha kırılgan bir fanus camı gibi görünüyor.
Cognitive terapinin gücüne inananlar, istemli körlüğün tedavi edilebileceğine
inanırlar. Safdilâne bir inanıştır bu. İnanç ve fakat bâtıl bir inanç.
Bilgilendirmek.
Gerçek(ler) hakkında
muhatabının doğruyu bilmesini ve itiraf etmesini sağlamak.
Oysa görmezlikten
gelmek zâten bir tedavi tarzıdır.
Bilincin kendi kendini tedavi edişi, çokluk,
bilmek suretiyle değil, cahil kalmak suretiyledir.
İnsanlar, tıpkı Goethe’nin
annesi gibi, bile bile kötü haberleri duymak istemezler. Kötü haberleri, yani
doğru ve gerçek haberleri. Mağaralarında mutludurlar.
Bilmişler ve bilgiçler de kalkıp ısrarla ve
inatla insanların fanuslarını kırmaya, onları mağaradan çıkarmaya, hem de hiç
utanmadan hakikati o zavallıların gözlerine sokmaya çalışırlar.
Ne büyük bir hamakat!
Malum â, cehennemin odunu yokmuş, herkes kendi
odununu buradan götürürmüş.
Buradan, bu dünyadan, yani kendi cennetinden..
Hepimiz gibi.
Yazarlar, sanatçılar, düşünürler gibi.
Goethe’nin
annesi gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder