15 Temmuz 2007
Kethüdazâde Mehmed Arif
Efendi’nin Menakıbından kimi hikayeler...
Büyüklerden bir zat, göklerde boynunda bir
davul, elinde bir çomak olan bir melek görür. Aralarında şöyle bir konuşma
cereyan eder:
— Senin vazifen nedir?
— Ulemadan biri, yeryüzünde bir sadaka verirse eğer, yer ehli gök ehli duysun diye ben bu çomağı bu davula bir kere vururum.
— Peki bugüne değin kaç kere vurdun?
— Şayet bir kere bile vurdumsa elim kırılsın!
* * *
Bir kimse rüyasında şeytanı görmüş, bakmış
omuzunda yularlar gidiyor. Hemen sormuş:
— Ey şeytan! Bu omzundaki yularlar da neyin nesi?
— Onlar âdemoğlunun yularları! Eğer bana gelmeyen olursa, bunlardan birini onun boynuna takar, kendime çekip onu yoluma uydururum.
— Peki benim de yularım var mı?
— Senin yulara ihtiyacın yok ki sana işaret etmek yeter. Hemen arkam sıra koşar, yularsız gelirsin.
* * *
Biri Hafız’ın Divanı’nı alır meyhaneye gider,
hem çeker, hem de Hafız’ın gazellerinden okurmuş. Bir defasında okuma-yazma
bilmez bir ümmî oturup bu şahsın okuduğu şiirleri dinleyince dayanamayıp şöyle
demiş:
Ne acaip, meğer siz bu kitabın sözüne uyup şarap içiyormuşsunuz.
* * *
Bir zâta, Hz. Adem Hz. Havva’yı aldığı zaman
sağdıcı kimdi, diye sorduklarında şu cevabı vermiş:
Vallahi ben o düğünde bulunmadım!
* * *
Yeniçeri ocaklarında bir yahudi sarraf varmış.
Kendisine ocak çıfıtı derlermiş. Tiryaki Hasan Paşa, ki gazi, akıllı,
müdebbir bir vezirmiş, o vakit Ocak’ta yeniçeri olup bir işten dolayı bu
yahudiye kızmış, “İnşaallah vezir olursam şu çıfıtın boynunu vuracağım” demiş.
Bu sözü yahudiye aktardıklarında, “Onun da ağzı yok mu?” demiş. Yani, “Vezir olunca yemez içmez değil ya,
rüşvet veya hediye, bir şeyler verir, onun da ağzını kaparım” demek istemiş.
* * *
Azledilmiş bir şeyhülislâm, devrin
şeyhülislâmına bir mektup yazıp, oğluna müderrislik ruûsu verilmesini
isteyince, kendisinden şu cevabı almış:
Peki, inşaallah imtihan olsun, hak etsin, biz de verelim.
Tabii eski şeyhülislâm bu cevaba kızıp, sanki
siz-biz imtihan mı olduk, deyu haber gönderince, devrin şeyhülislâmı da ona
tekrar şu cevabı vermiş:
İşte o yüzden sizi de bizi de kimse adam yerine koymuyor ya!
* * *
Bir memlekette iki tekke yapmışlar, Hz.
Mevlânâ’dan iki şeyh istemişler. Hz. Mevlânâ dervişliğin şeyhlikten zor
olduğunu beyan etmek için Şems-i Tebrizî hazretlerine şöyle demiş:
Bereket versin şeyh istemişler, eğer derviş isteselerdi, senle ben gitmemiz gerekirdi.
* * *
Birgün Hz. Musa Tûr-ı Sina’da münacaatta
bulunurken, yâ rabbî, halkın dilinden kurtulamadım, hakkımda ağızlarına geleni
söylüyorlar, demiş. Bunun üzerine şu cevabı almış:
Yâ Musa! Onlar benim hakkımda da ağızlarına geleni söylüyorlar, oğlu var, kızı var, ortağı var diyorlar.
* * *
Tarik-i ilmiyede olup Hoca Efendi’nin
(Kethüdazâde Arif Efendi’nin) gerçek hâlini bilmeyen bazı kişiler, o bizden
değildir, derlermiş. Bu dedikodu Hoca Efendi’nin kulağına ulaşınca şöyle demiş:
Öyle isterim ki mahşerde de, huzur-ı ilâhîde de böyle desinler, o bizden değildir, desinler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder