16 Aralık 2007
1. Ona niçin âşıksın?
Bu niçin’in için’ini açıklayanlar arasında bir
tane bile âşık bulunmaz.
Şayet âşık olsalardı, cevap bulmakta, yani
aşkları için sebep göstermekte çaresiz kalırlardı. Nereden bileyim, bildiğim
tek şey âşık olduğum, gibisinden anlamsız bir iki kelimeden başka bir şey
söyleyemezlerdi.
Ona aşığım. Çünkü...
Bu soru bağlamında çünkü diyen biri âşık olamaz. Beğeniyor, hoşlanıyor, seviyor olabilir ama asla âşık olamaz. Aşkın sebebi olmaz da onun için ol(a)maz.
Aşk, başka bir şeyden (sebepten) dolayı değil,
bizatihi kendisinden dolayı istenendir. "Şunun için..." veya "şundan dolayı...”
açıklamaları saçmadır, ya da sahte.
Sebep-sonuç ilişkisini kurmak aklın/düşüncenin
işidir.
Aşıkta akıl ne arar ki kalkıp aşkının sebeplerini arasın da bulsun!
Düşünürsen,
yani aklı aradan çıkarmazsan, âşık olamazsın. Aşıksan, düşünemezsin zaten.
Unutmayınız, mecnun kelimesinin hem deli,
hem âşık mânâsına gelmesi bir tesadüf
değildir.
2. Aşk mahza hazdır.
Aşkın faydalarını sıralayanların, bu yüzden
aşkla aslâ alâkaları olamaz.
Niçin?
Aşk’da yarar-zarar hesabı olmaz da onun
için.
Demek ki aşkın öncesine (sebeplerine)
gidemeyeceğimiz gibi, sonrasına (sonuçlarına) da gidemeyiz.
Peki ya aşkın zararları?
Aşkın zararı da
olmaz. Sizin zarar dediğinizi, âşıklar nimet bilir, lütuf addeder.
Aşk sırf hazdır. Lütuf ve nimet işbu hazdan
ibarettir.
3. Aşık seçen değil, seçilendir.
Kimse âşık olmaya karar veremez, kimse aşkı
arayıp bulamaz. Sadece bekleyebilir. Aşk gelir sizi bulur. Sizi o seçer. Aşık
olmaya karar veremezsiniz. Böyle bir yetkiniz de, yetkeniz de yok. Nasibiniz
varsa, âniden çarpışırsınız.
Aşk âşıktan sadır olmaz. Bilâkis âşıktır
aşktan sadır olan.
4. Aşkın birazı olmaz, o bütüne yöneliktir.
Ben biraz âşık olayım, diyemezsiniz. Bir
şeyin birazını beğenebilir, bir yönünü sevebilir, şu veya bu özelliğinden
hoşlanabilirsiniz.
Aşıksanız, maşukunuzun birazı, bir yönü, şu veya bu özelliği
yoktur, o bütün olarak algılanır, arazlarıyla değil, zatıyla idrak edilir.
Aşk nokta gibi, an gibi, birlik gibi
bölünemez. Basittir. Parçaları yoktur. Birdir. Heptir, değilse hiçtir.
Ben
biraz tattım, olmaz, aşkın birazı olmaz çünkü.
5. Aşka ara verilemez!
Peki aşktan vazgeçilebilir mi?
Hayır!
Bölünemeyenin parçası olmaz, arası da.
Aşık istediğine kavuşmamıştır, seçtiğini elde
etmemiştir. İstenen ve seçilen kendisidir. Çaresiz o da en sonunda —eğer sonlu
olana, fani olana aşıksa— vazgeçen değil, vazgeçilen olacaktır.
Aşık, aşka koşan değil, aşk tarafından
sürüklenense maşuku çeken değil, maşuk tarafından çekilense, kısacası
seçilmişse, aşka mecbur ve mahkumdur. Aşkta oyunbozanlık olmaz bu yüzden.
6. Bir âşık, âşık olduğu için pişmanlık duymaz.
AŞK kendisinden pişmanlık duyulmayandır.
Bir nimettir, bir lütuftur. Lütuf ve nimete mazhar olanlar pişmanlık
duymazlar, sadece şükrederler.
Aşkın mahrumiyetinden hasıl olan elem ve acı,
âşıklar için gıdadır. Aşıklar bu elem ve acıyla beslenmeselerdi, insanlık sanat
nedir bilmezdi.
Sanatımsı’nın canı cehenneme!
Sanat, aşkın, yani tutkunun
çocuğudur ve ışıkla karşılaşabilmesi için yeri göğü yırtan çığlıklara ihtiyacı
vardır, o çığlıkların şiddetini artıracak acıya yani. Güven yitimine.
Aşık hiçbir surette kendini güvende
hissedemez. Aşkın, yani sürekli hazzın garantisi yoktur. Bu nedenle haz her
daim elemin tehdidi altındadır. Aşık bunu bilir, hatta ister, zira o çektiği
acılardan bile haz elde eder.
Aşkta ne emn
(güven), ne de ye’s (ümitsizlik)
vardır. Emn’in karşıtı havf (korku),
ye’sin karşıtı reca (ümit) olduğu
içindir ki âşık önceleri hep korku ile ümit arasında tetikte durur, sonraları heybet (ürperme) ile üns (muhabbet) arasına yerleşir.
Aşıkta sadece muhabbet değil, heybet de bulunur.
Pişman olamayışı bundandır.
7. Aşık-maşuk kavram çiftinde sözcüklerin her ikisi de eril formda
kullanılır.
Dil düzeyinde âşık
da, maşuk da eril. Oysa maşuk sözcüğünün
dişil formu da var: maşuka.
Lâkin bu form bu vadide kullanılmaz.
Kullanılsaydı, âşık-maşuka
denilecekti ki o takdirde erlerin meydanı çoluk-çocuğa, yani halka terketmeleri
gerekirdi.
Gerek yok, çünkü bütün aşklar, bir aşk’tan payını alır, hem de en
aşağı formlarına kadar.
Sufi mecaz anlamış yâre muhabbetim diye
yakınan şairin aşkı da öyle.
Sufi, niçin şairin aşkını hakikat dairesinden çıkarıp bir çırpıda ona mecaz mânâsı veriyor?
Çünkü şairin aşkı maşuka değil, maşukaya
yönelik. Yani onun aşkı eril’den eril’e (aşık’tan maşuk’a) değil, eril’den
dişil’e (aşık’tan maşuka’ya).
İnanınız lütfen, aradaki fark, fark-ı azimdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder