31 Ağustos 2008
Bir dağın tepesinde... küçük ve dar bir
mağarada... karanlıkta.... taş üstünde... ve tek başına... yalnız...
yapayalnız... kimsesiz...
Düşünmekten zonklayan bir zekâ... rikkat ve
ızdırap titreyişleriyle seyrelmiş bir kalp... iyice zayıflamış... narin bir
beden... neredeyse aç ve susuz... yemekten içmekten kesilmiş... hâlsiz...
mecalsiz... ve yorgun... dalmış... bilinmezlik suretine bürünmüş bir
belirsizlikler deryası içinde...
Tamat değil, şatahat değil, hakikat... boğulmak
üzere... kaybolmak üzere...
Ah efendimiz!
Ah!...
Tecellînden ümid kestim, hani cilvelerin ey hakikat!
Ne de nazlısın.
Hâlâ müphemsin çünkü... hâlâ meçhul... görünmen,
bilinmen, soyunman imkânsız gibi... öyle bir muammâsın ki hâllin müşkil gibi...
Hani rahmetin? Hani hayalin? Hayalin bile mi
muhal?
Ah hakikat!
Bir kez düşde olsan.... peçenle olsan... bari
olsan... yeter ki gelsen... düşde gelsen... düş yoluyla gelsen... bir kez
gelsen... ne yanımda, ne yanıbaşımda, razıyım, gelsen de ötelerde dursan!
Kudretim olsa uruc eder katına çıkardım. Güçsüzüm
oysa. Hâlsizim. Rahm etsen de sen gelsen... insen buraya... tutsan elimden,
alsan... alsan beni benden... bedenden... beni bana bırakmasan... kızmasan... sadece
sevsen... yetim kalmış kalbimi ısıtsan... okşasan... adaletin zahirde kalsın,
asıl sen beni bâtında, bâtınında rahmetinle sarsan...
Ah!..
Ah efendimiz!
Ah!...
Tam üç kez Kevser pınarını akıttı bir garibin
avuçlarından. Bir kimsesizin. Bir yetimin. Efendimizin. Kana kana içsin diye.
Şefkat ve rahmet nedir bilsin diye. Cemâlin görsün diye.
Hakikat bâdesi kadehsizdi bu yüzden. Sureti
perdesiz. Çehresi peçesiz.
Gördü ve gözü gördüğünü yalanlamadı.
Ey talib, her yıl Ramazan kime gelir bilir
misin?
Yârin mektubunu bekleyenlere... yetimlere...
kimsesizlere... mağaradakilere... ah demeyi bilenlere...
Hüzünle gelir... okuyalım diye gelir... ah demeyi
öğrenelim diye gelir... onun kokusunu duyalım diye gelir... ah diye diye
gelir...
Tıkınmayı bırak, önce bir ah de!
Al eline Lâ süpürgesini, süpür hayatından ikilikleri, ve önce adam gibi bir Lâ (Hayır) çek şu dünyanın üstüne!
Efendimiz gibi.
Kim için? Yetimler için. Mağaradakiler için.
Ah demeyi bilenler için.
Ah demeyi bilenler için.
Ey talib, o pahalı, o şatafatlı, mükellef
sofralarda verilen iftarlardan uzak dur, çünkü hem orucun oruç olmaktan çıkar,
hem kendini Muhammed’in kokusunu duymaktan mahrum etmiş olursun.
Akşam tıkınmak için sabahtan kendini aç
bırakan zavallılar gibi de olma! Çünkü iftar ve sahurlarda şatafat içinde tıkınanların
orucu fasiddir.
Zahirde değil, bâtında. Orucun ahkâmınca
değil, esrarınca.
Anlamıyor musun onlara helâl, ama bize haram.
Bize, yani ah diyenlere...
Muhammed’in yetimlerine...
Vasiyetimdir.
Takip et: @ducane
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder