24 Şubat 2008
Syphilisation ist Zivilisation.
(Frenginin yaygınlaşması bir uygarlaşma belirtisidir.)
1897’de Moskova’da düzenlenen Uluslararası Tıp
Kongresi’nde dile getirilen bu tesbit, ünlü Viyanalı psikolog/psikiyatrist
Richard von Krafft-Ebing’e aitti.
Frengi
ve Medeniyet. Biri olmadan diğeri olmuyor. Frengi bertaraf
ediliyor ama muhakkak yerini bir başkası alıyor.
Uygarlığın, uygarlaşmanın bir bedeli var, ister istemez hepimizin ödemek zorunda olduğu ağır bir bedel.
İnsanın gerçek trajedisi, gül’le diken
hikâyesi. Gülü seven dikenine katlanırmış. Peki ya sevmeyen?
Sevmeyen de katlanmak zorunda. YASA böyle
buyuruyor çünkü. Yasa, yani toplum.
Yeni Dünya’nın Eski Dünya’ya (Amerika’nın
Avrupa’ya) ve dolayısıyla dünyanın her tarafına hediye ettiği iki belâdan biridir
frengi, diğeriyse tütün.
15. yüzyılın sonunda İspanyollar taşıdılar her
iki belâyı da. Syphilis, ne ilginçtir ki bir Fransız hastalığı, Fransız çıbanı olarak tanındı ve
bu yüzden frengi adı yapıştı kaldı
üstüne.
Frengi deyip geçmeyin, bu hastalığın sinir
sistemi üzerinde fevkalâde olumsuz etkileri de var.
Mâlum a, Paris delileriyle de meşhurdur, acaba
bu şöhretin frengiyle bir alâkası var mı?
Bilmiyorum.
Bir ara-soru daha:
Histoire de la folie à l'âge classique (Klasik Çağ'da Deliliğin Tarihi) adlı eseri bir Fransız’ın yazması bir tesadüf mü?
Sanmıyorum.
Osmanlı, ilk kez frengiyle İspanya’dan sürülen
Sefarad yahudileri aracılığıyla tanıştı, 16. yüzyılın başlarında. Çok yaygınlık
kazanamadı. Fakat ikinci dalga, Kırım Harbi’nin (1854) neticesinde vurdu
kıyılarımıza, tâ içlerimize. Anadolu’ya. Yıktı geçirdi her yeri. 19. yüzyılın
sonlarına doğru, frengi sözcüğü,
çoktan dilimize yerleşmişti bile.
Artık adı var ama kendisi yok diyebilirsiniz.
Haklısınız. Kendisi yok ama adı da var, izi
de. Çünkü ilginç bir hikâyesi var.
Önce sorunu
ortaya koyalım: Türkiye’de yüzlerce yıldan beri frengi
bulunduğu bir gerçek olduğu hâlde, neden bu hastalık fazla tahribat yapmıyor?
Evet, frengi, niçin Türkiye’de sinir sistemi hastalıkları husule getirmiyor?
Avrupa tıbbının yukarıda adını andığımız
Krafft-Ebing’in yanısıra Kraepelin gibi ünlü hekimler bakınız bu soruyu nasıl
cevaplıyorlarmış:
Türkler kafası ile çalışan bir millet değildir. Binaenaleyh frenginin Türklerin sinir sistemine dokunmamasının sebebi bundan ileri gelmektedir.
Değerli Tıp tarihçilerimizden Prof. Dr.
Feridun Nafiz Uzluk, bu bilgiyi aktardıktan
sonra devamını da getiriyor:
[Avrupalı hekimler] bunları kitaplarına yazıyorlar, bütün fen âlemini Türklerin yarı medenî bir millet olduğuna bu hâdise ile de hükmetmek [inandırmak] istiyorlardı.
Bilim tarihi bilimin konusu değildir,
olmamıştır. Bu yüzden bilimsel de değildir, olamamıştır. Bilim tarihinin inşâsı
esas itibariyle ideolojiktir. Bir ideolojinin ürünüdür. Yanlıdır. Seçmecidir. Bu
yüzden de aldatıcıdır. Mantıkçıların tabiriyle, burhanî değil, iknaîdir.
Yanlış cevaplar soruyu/sorunu ortadan
kaldırmaz. Soru(n) hâlâ ortada.
VE Avrupalı hekimlerin açıklamalarını
reddedenler açısından şu soru hâlâ cevapsız:
Frengi, niçin Türklerin asablarını bozmuyor,
onların sinirlerini etkilemiyor?
Neyse ki 1-3 Eylül 1925 tarihinde Ankara’da
toplanan ilk Millî Türk Tıp Kongresi’nde yapılmış iyi kötü şöyle bir açıklama
var elimizde:
Türkiye’de ağır frenginin görülmemesinin sebebi, Avrupalı bilginlerin zannettikleri gibi kafa ile çalışma işi değil, Türkiye’de bulunan ‘malarya’ başta olmak üzere, ‘tifo’, ‘lekeli tifo’ gibi gidişini ateşle yapan hastalıkların bulunması, onların hem frengiyi tedavi etmesi, hem de frenginin sinir sistemine hücumuna engel olmasıdır.
Bu açıklamanın sahibi ise Mazhar Osman Uzman.
Bu açıklamayı teyid eden bir delil de Dr. Avni
Mahmud’un “Muhtasar Emraz-ı Akliye”
(1910) adlı eserinde yer alıyor:
1893 yılında İstanbul’da patlak veren kolera salgınının Tımarhane’ye de bulaşması üstüne koleraya yakalanıp da iyileşenlerin aynı zamanda delilikleri de iyileşmişti.
Bu misâl, bir hastalığın başka bir hastalığın
tesirini ortadan kaldırabileceği hususundaki yüzlerce delilden bir tanesi.
(Sanırım günümüz tıbbı da bu yorumu reddetmez.)
YİNE sorun şu ki kafası ile çalışanlar
kimler, ben hâlâ onları arayıp duruyorum.
Nerede?
Onları kaybettiğimiz yerde.
Tarihte.
Muhtemelen frenginin ortaya çıkmadığı bir
tarihte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder