Bir defasında Van Gogh, Rembrandt’ın yaptığı bir fahişe portresinden hareketle şöyle der:
Köylü kadın resmi yaptığımda, onun tam anlamıyla köylü kadın olmasını isterim. Yok eğer bir fahişenin resmini yapıyorsam, o takdirde kadının yüzünde fahişeliğin tam anlamıyla görünmesini isterim.
Denediler de nitekim. Hırsla. Heyecanla.
Şevkle.
Sonuçta gördükleri ve gösterebildikleri sadece
gerçeğin küçük bir kısmı oldu. Gerçeğin küçük bir kısmı. Kendi gerçeklerinin. Örneğin Munch'un Madonnası (1894) tam da kendi gerçeğinin ifadesiydi. Hz. Meryem sanatçı için çıplak masumiyetin ta kendisiydi. Hüzün dolu ve yalnız. Hakikat gibi.
Van Gogh ise bir ressamın, kadını, çalışmalarının
dışında tutmasını çağdışılık olarak
tanımlıyor, ve fakat asıl soruyu sormayı unutuyordu: Hangi kadını?
Hep merak etmişimdir, Maison de Santé’den
yazdığı bir mektupta sözünü ettiği Meryem Ana tablosundaki Meryem’in elbisesi
acaba mavi miydi?
Bilemiyorum.
Ne garip, Van Gogh resmi o denli gözkamaştırıcı
bulur ki ona bakmayı bile göze alamaz.
* * *
Mekke’nin Fethi’nde Efendimiz (s.a) Kâbe’nin
içindeki putları bizzat asasıyla kırıp paramparça eder. Kâbe duvarındaki
fresklerin de silinmesini emreder.
Ancak sağ eliyle bir freskin üzerini kapatıp
şöyle der:
Bu müstesna, ona dokunmayın!
Efendimizin, kendisine dokunulmasını menettiği
freskte, Hz. Meryem’le oğlu (çocuk İsa) birlikte resmedilmişti. (Muhtemelen bu fresk Maestà (Ulviyet) adı verilen ikonalar sınıfındandı. Tahminim doğruysa, Hz. Meryem, kucağında, şefkatle bebek İsa’yı tutarken tasvir edilmiş olmalı.)
Bu fresk uzun süre Kâbe’nin içinde öylece
muhafaza edilecek, lâkin Emevîler döneminde çıkan arbedelerden birinde tamamen
silinip gidecektir.
Unutulmuş bir ayrıntıdır; yürek burkan bir
ayrıntı.
Efendimizin bu freskin silinmesini niçin
istememiş olabileceğini düşündüğümde, ilk aklıma gelen sebep, kendisinin bir
yetîm oluşuydu. Anne şefkatine hasret bir yetîmin, yetîm bir peygamberin kalbi,
anne-oğul tasvirinin silinmesine razı
olmamıştı.
İtalya’da sıklıkla karşı karşıya geldiğim her Maestà tablosunun önünde, âdeta “Ona
dokunmayın, bu kalsın!” diyen yetîmin sesini hissetmiştim yüreğimde.
Alemlere rahmet olarak gönderilen elçinin
sesini.
Annesini özleyen bir elçinin sesini. Amine’nin
oğlunun sesini.
* * *
O freskte Hz. Meryem’in elbisesi hangi renkti
acaba?
Acaba mavi
miydi?
Öyle ya, mavi, —Leonardo’nun da dediği gibi— mesafenin simgesidir; hürmet ve ta’zimin.
derinliğin ve yüceliğin.
Nitekim mavinin ve gittikçe açılan
derecelerinin renk perspektifi oluşturmak amacıyla uzaklığı (ufku) temsilde
kullanıldığı XV. yüzyıldan bu yana bilinir. Gök mavidir. Yüksekte olan. Uzakta
olan. Yüce olan.
Hegel şöyle söyler:
Maria z.B. trägt meist einen blauen Mantel, indem die besäftigende Ruhe des Blauen der inneren Stille und Sanfheit entspricht; seltener hat sie ein hervorstechendes rotes Gewand.Mavinin huzur verici dinginliği derunî bir sükûnet, yumuşaklık ve hafifliğe delâlet ettiğinden, Hz. Meryem mavî bir harmanî giyer; nadiren de gözalıcı kırmızı bir elbise.
Vasily Kandinsky de mavi’nin hareketini konzentrich terimiyle tanımlıyordu;
merkeze-koşan, gözden-uzaklaşan bir renk olarak.
Mavi gerçekten de insandan uzaklaşan bir renktir. Göğün rengidir. Uzağın
rengi. Ulvîdir bu yüzden. Ulaşılmazdır. Uzaktır. Uzaktadır.
Hz. Meryem mavi elbisesiyle mi bambinosunu
(çocuk İsa’yı) kucağına almıştı?
Sanmıyorum. Sevgi uzaklaştırmaz,
yakınlaştırır.
Modern bir kültür tarihçisi, Victoria Finlay,
“Bakire Meryem hiç mavi giymemiştir” diye iddia eder, ve ilâve eder:
Rus ikonlarında daha çok kırmızıdır. Yedinci yüzyıl
ressamlarıysa onu çoğunlukla morlar içinde gösterir. Bazen beyaz da giyer.
Buna mukabil kırmızı doğumu (sevgiyi ve kavuşmayı) sembolize eder; mor ise gizemi (ulviyet ve ihtiramı). Mavi, göklerin kraliçesinin rengi. Beyaz masumiyet. Siyahsa yas.
Bizanslılar, kralları ve kraliçeleri için
acaba neden moru tercih ediyorlardı?
Hele hele Papa V. Pius, onaltıncı yüzyılda
liturjik (ayine özgü) renkleri tasnif ettiğinde, mavi istisnasız olarak Hz. Meryem’e tahsis edilmiş. (Hegel’in, Hz.
Meryem’i niçin hep maviler içinde gördüğü, sanırım şimdi anlaşılmış olmalı.)
Bu fakire gelince, bendeniz, hayalinde,
Kâbe’nin içindeki freskte kucağında yavrusuna sarılan Hz. Meryem’i, içine biraz
sarı karışmış (turuncuya yakın) kırmızı bir harmanîyle tasavvur ve tahayyül
ediyorum; yani hürmet ve ihtiramdan çok şefkat ve merhametin rengiyle...
Nezdimde şefkatin rengi turuncudur. İçinden sarıyı çekip alınız, karşınıza aşkın ve
şehadetin rengi çıkacaktır.
Kırmızı, Hallac’ın rengidir çünkü. Ve dahî, Şems’in.
Ey talib, her makamın bir rengi vardır.
Rengini iyi seç!
Makamınca seç!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder