20 Kasım 2004
İffet ve hayâ şehvetin itidaline verilen ad. Nitekim iffet ve hayâ karşılığında Türkçemizde utan sözcüğü kullanılmakla birlikte bizler utan yerine genellikle utanç deriz veya utanmak’tan türemiş sözcükleri seçer de meselâ utanı olmayan (iffetsiz-hayâsız), utan-ç duymayan, utan-gaç sayılmayan kimseler hakkında kısaca utan-maz deyip geçeriz.
Kişi utanır veya utanmaz.
Her iki sözcük de burada fiil haliyle
kullanılıyor. Oysa “utanmaz adam”
tamlamasındaki utanmaz fiil değil, bir isim ve zaten bu nedenle sıfat olarak
kullanılmakta. Meselâ adam (o
işten) utanmaz başka, utanmaz adam daha başka. Burada
başkalık, en az isim ile fiil arasındaki başkalık kadar.
Ne dersiniz, şu utanmak kökünün
etrafını biraz eşelesek ve kökü elimize alsak da üşenmeden biraz sağına-soluna
bakmayı denesek, acaba utanma duygusunu, bizim kendisini kendisi kadar, hiç değilse kendisi gibi
görebileceğimiz kadar bir açıklığın içine çekmeyi başarabilir miyiz
Utanma
duygusu, kökünün kurcalanması aracılığıyla özünü bize verir mi?
Bir duyguyu
açıklığın içine çekmek, sadece kök veya köken soruşturmasıyla mümkün olabilir
mi?
Açıklık
görülebilecek, seyredilebilecek bir şey. Kökün, kökenin kurcalanmasıyla
ulaşılacak olan açıklık, unutmamamız gerekir ki en nihayet dil düzeyinde
görülebilecek bir açıklık. Eğer öyle ise, kavram düzeyinde açıklığa erişebilmek
için dilin liflerine dek ayrılması yeterli olmaz, zira kavram, görülebilmek
için dilden daha fazlasını ister.
Demek ki açıklıkla yetinmeyip seçikliğin
peşine de düşeceğiz. Sözcüğü ve kavramı açık bir alanın içine itmenin yanısıra
karşıtlarını ve benzerlerini hâlenin dışına çıkarmaya çalışmalıyız ki hem açık,
hem de seçik (açık-seçik) bir biçimde görülebilsinler.
Utanmak diyoruz, var olan bir hâlden söz ediyoruz. Utanmazlık ise, utanma duygusunun yokluğu demek kısaca. Utanma
ile varolan bir şeye, utanmazlık ile de yokolan bir şeye
işaret ettiğimize göre, soruşturmamıza ilkinden, yani varolandan başlayacağız
çaresiz.
Utanma’nın utandan
geldiğini söylemiştik.
Peki ya utan nereden geliyor?
Utan sözcüğünün ateş anlamındaki oddan (ottan) türediği
kesin.
Utanma duygusunun (utancın) ateş’le ne
alâkası var, dememeli de asıl ateş’in kızarmak ile alâkası düşünülmeli!
Utanan
kişinin yüzü kızarır, utanmıyorsa, ne utanmaz, ne yüzü kızarmaz adam, denir.
Nitekim, ne yüzsüz adam, deyişi, esasen bu adamın yüzü olmadığı için yüzü
kızarmıyor / olsaydı şayet yüzü kızarırdı / kızarsaydı, o takdirde utandığı da
anlaşılırdı, gibi sade bir akılyürütmeden kaynaklanır.*
Sözün özü, utanma’nın kökünde utan,
utan’ın kökünde ise ot veya od saklı
bulunduğundan, otanmak (odlanmak), tek kelimeyle kızarmak demektir.
Çünkü iffet ve hayâ’nın alâmeti yüzün kızarmasıdır.
Osmanlıca bir Mantık metninde
sözsüz-tabii-delâlete örnek sadedinde —çok sevdiğim— şu cümle kullanılır:
Âşık maşuku rüyet zamanında vech-i âşıkta zuhur eden kırmızılık gibi.
Yani, sevenin, sevdiğini gördüğü zaman yüzünde meydana gelen kırmızılık gibi.
Duygular, kişinin kendisi için ancak yaşanarak
bilinir ve tanınır, lâkin başkaları için ancak alâmetleriyle anlaşılır.
Duygu
ustası, alâmetsiz yüzleri okuyan kimse demek değildir, aksine yüzü görür görmez
onu alâmetlerinden tanıyıp okuyan kimse demektir. Nitekim Kur’an’da soylu
fakirlere atfen şöyle denir:
تَعْرِفُهُمْ بِسِيمَاهُمْ
Sen onları yüzlerinden tanırsın! (Bakara: 273)
Peki yüzlerini saklayanları kimler
tanıyabilir?
Kimse!
Yani ancak kim-ise-kim olan (bir kimliği olan/kimse olan) onları tanıyabilir.
A benim bahtı yârim
Padişah tahtı yârim
Yüzünde göz izi var
Sana kim bahtı yârim
Türkçemizin ifade gücünü, lütfen dikkat ve
itinayla seyrediniz:
Yüzünde göz izi var.
Buradaki göz izi tâbirini açıklamak
makamında yine eski bir açıklamaya başvuralım:
Göz izi, pâkize bir kızın çehresine dik dik bakan bir yabancı adamın îka ettiği mahcubiyetten gelir.
Kişinin yüzü kızarmıyorsa, otanmıyor ve
odlanmıyorsa, o kişinin duygulardan pek nasibi kalmamış demektir.
Kabul etmek gerekir ki utangaç olan kişiyi
ancak utandığı için, odlandığı için, yüzü kızardığı için, yüzünde göz izi
kaldığı için tanırız, tanıyabiliriz.
Ne garip değil mi, utanmazı tanımak daha
kolaydır; zira onun kızaracak bir yüzü yoktur ve yüzsüz olduğu için hemen kendini belli eder. Nasıl belli etmesin ki
böylelerinin yüzünde göz izi kalmaz!
İmdi soru şu:
Acaba utangaç kimseler, yüzlerinde ar-namus perdesi bulunduğundan ve mahcub (hicaplı-perdeli) olduklarından ötürü mü kolay kolay tanınamazlar?
Hayır!
Bilâkis onları tanıyacak olanların dahi
yüzlerinde göz izi bulunması gerekir.
Yüzlerinde göz izi olanları, yüzlerinde göz izi olmayanlar aslâ tanıyamazlar. Fakat utananlar, utanmazları bir bakışta tanırlar.
O hâlde ey talib, yüzünde göz izi kalmasından
(utanmaktan) utanma, başkalarının yüzünde iz bırakmaktan (utanmamaktan) utan!
* Burada küçük bir hatırlatma yapmam gerekiyor: İnsanın yüzü, hiç
değilse yakın zamanlara kadar sadece insanın çehresi, suratı (sûreti) anlamına gelmeyip kişinin karakteri, mizacı, kişiliği anlamına da geldiğinden
Türkçe’de yüzsüz, aslında, karaktersiz, kişiliksiz, ahlâksız, yani terbiye edilmiş, eğitimden geçmiş, yoğrulmuş bir kişiliğin, karakterin,
ahlâkın sahibi olmayan demektir.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder