26 Eylül 2010
Sûfiler niçin mavi elbise giyerler?
XI. yüzyılda bu suâle üç farklı cevap
verilmiştir:
1. Sûfîlerin ömrü yolculukta geçer. Beyaz elbise ise yolculukta çabuk
kirlenir, hem de yıkanması güçtür, üstelik bir de herkes beyaz elbiseye tama eder.
2. Mahrum olanların, bir yakını ölmüş bulunanların, bir musibete
uğrayanların şiârı, dertlilerin libası hep mavidir. Dünya da zaten felâketler
yurdu, musibetler harabesi, gam sahrası, belâ kalesi, hicranın ehlinin ızdırab
yeridir. Hakikati taleb ve irade eden müridân muradlarına bu dünyada
eremeyeceklerini idrak ettiklerinden, ve dahî vuslatın matemgâhında
bulunduklarından ötürü mavi elbise giyerler.
3. Bazı sûfîler de amellerinde kusurdan, gönüllerinde yıkıntıdan,
vakitlerinde ziyandan başkasını göremedikleri (fırsatı heba ettikleri) için
mavi elbise giyerler. Fevt mevt’ten daha zordur, yani yenileceğini
bilmek, yenildiğini bilmekten daha acı verir. Bu nedenle bazı sûfilerin
mavilere bürünmesinin sebebi mevt,
bazı sûfilerinse fevttir.
Ayrılık ölümden beterdir!
Son iki cevaptan da anlaşılacağı üzere her iki
hâlin de rengi mavidir. Hüznün ve matemin. Hem kaybetmiş olmanın, hem kaybedecek
olmanın.
İlki geçmiş
(mevt), ikincisiyse gelecek (fevt).
Sûfî hicran yurdunda olduğunun bilincindedir.
Bu ülkeye geldiği için yârinden uzaklaşmıştır, dünya da denilen şu alçak hayata.
Yastadır, ve kaybından dolayı üzüntü
içindedir. Yârine bu geçici dünyada aslâ kavuşamayacağını da bilmektedir.
Vuslât ileridedir. Hicranı bir anda cünûna inkilâb eder bu yüzden. Her dâim
bezm-i elestin hâtırasıyla muazzebdir. Hem firakın, hem hicranın.
بشنو اين نى چون حكايت مىكند
از جدايىها شكايت مىكند
Hem firak, hem hicran. Ayrılık yani. Kaybolan
ve kaybedilen yârin sızısı.
Sûfi bu yüzden gurbettedir. Vatanından uzakta
yârin hasretiyle vuslât diye diye inler, bir an evvel hakikatine kavuşmak
ister. Hem kaybettiği için mavilere bürünür, hem de
şimdi ve burada yârine kavuşamayacağını bildiği için.
İyi güzel de hangi mavinin?
Koyu mavinin.
Siyaha en yakın mavinin.
Lâciverdin.
Kararan göğü, kabaran denizi tasavvur ediniz,
bulutların veya suların siyaha çalışını, işte o an göklere boyanır gökler. Karalar
bağlar da ağlar. Feryâd u figân eyler.
Şaşırmamalı, mavi Türkçe’de de hüznün ve
matemin rengidir. Lâkin koyu mavi.
Lâciverd.
Olmasa şâdlık n’ola ger gam zamanıdur
Gök geyse âsuman n’ola matem zamanudır
Yas zamanı gök maviler giyinir, zira yas
zamanı hüzün zamanıdır. Nitekim sırf bu sebepten âsuman göğe boyanmaz mı?
Gökyüzü sırf üzüntüsünden dolayı mavilere bürünmez mi?
Gökler boyandı göklere ânun azâsıçün, diye yakınmaz mı şâir?
Gökyüzü sırf üzüntüsünden dolayı mavilere bürünmez mi?
Gökler boyandı göklere ânun azâsıçün, diye yakınmaz mı şâir?
İslâmın ilk asırlarında ârifler nefs dediklerinde sadece nefs-i emmare’yi kastederlerdi.
Nefs-i emmâre’yi, yani kötülüğe sevkeden nefsi.
Nefs-i emmâre’yi, yani kötülüğe sevkeden nefsi.
Nefsi terbiye etmekten, hatta nefsi
öldürmekten söz ettiklerinde dahî muradları hep nefs-i emmâre idi. Sonra nefs
terimi üçlü bir çerçeveye yerleşti:
1) Nefs-i Emmâre
2) Nefs-i Levvame
3) Nefs-i Mutmainne
Bilhassa İmam Gazâlî’den sonra –tamamı da
Kur’an’dan alınma— bu üçlü kullanım yaygınlaştı. XIII. yüzyılın ilk çeyreğinden
itibaren de her mertebeye bir renk tahsis edildi.
Sonra bu çerçevenin içine —levvame ile mutmainnenin arasına— nefs-i mülhime adıyla yeni bir mertebe daha ilâve edildi.
4) Nefs-i Mülhime
XV. asra gelindiğinde, dört mertebeli nefs
nazariyesi, ilk başta dördüncü mertebenin açılımı olmak itibariyle kullanılan
iki terim aracılığıyla zenginleşti:
5) Nefs-i Razıyye
6) Nefs-i Marzıyye
Nefsin bu sıfatları müstakil birer mertebe
olarak tanımlanıp hemen bunlara bir de yedinci mertebe eklendi, ancak bu
mertebeye herhangi bir renk tahsis edilmedi:
7) Nefs-i Safîye (veya Nefs-i Kâmile)
Çünkü Nefs-i Kamile
nefs’in âhiri, Ruh’un mebdei kabul edildi.
Ruhun rengi olmaz. Çünkü bizim geleneğimizde
rengi olan ruh değil, bilâkis nefs’tir.
Renksiz kabul edilir ruh. Bî-reng. Nefs ise rengârenk.
Böylelikle nefs’in, yani psyche’nin
altı mertebesi altı ayrı renkle gösterildi.
Farklı yollar farklı renkler verdiler.
Kübrevîler, Halvetîler, Uşşakîler, Nakşîler, Rifâîler...
Uzun bir yolculuk gerekiyor geleneğimizde Psychenin renklerini konuşmak için.
Sadece şu kadarını söyleyeyim:
Son mertebenin renginin olmadığı hususunda
nasıl ihtilâf yoksa, ilk mertebenin renginin mavi olduğunda da ihtilâf yoktur.
Nefs-i emmârenin rengi hep mavidir. Şeytanın
yani.
Acaba hangi mavi?
Açık mavi mi? Uzağın, mesafenin rengi.
Tanrı’ya uzaklığı göstermek için mi?
Mavi Tanrı’dan en uzak mertebenin mi
rengi? Esfel-i safilîn’in?
Hayır. Bu mavi, koyu mavi. Siyahî mavi. Gece
mavisi. Laciverd.
Rengi olan son mertebeyi, nefs-i marziyye’yi,
bazı ustalar, nur-ı siyahın temsil ettiğini söylemişlerdir.
Nûr-ı siyah, yani
parlak siyah. Zat’ın rengi. Amâ.
Nefs-i emmâre’nin karalığı ise çok farklı.
Maviliği ızdırabın mavisi. Acının. Gaflet ve cehaletin. Kısacası, şekavetin.
Mutsuzluğun. Ayrılığın. Yetimliğin. Çaresizliğin. Umutsuzluğun. Günahın.
İnsan günahı ceza sırasında tanır. Aynı şeydir
ikisi. Suçun cezası olur ama günahın cezası olmaz bu yüzden. Ayrılığın meselâ.
Hem günah, hem ceza.
Maviler içindeyim. Kendimi kaybettim çünkü.
Yastayım.
Söyle bana ey talib, lâ demeye mecâlim yok iken nasıl illâ diyeyim?
Ek okuma için tıklayınız:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder