20 Kasım 2010
Kurbanımıza biraz daha yakınlaşmak için
çağırsak onu, acep elimizdeki bıçağa aldırmadan koşa koşa gelir mi?
Bütün sinsiliğimizle gözüne çirkin görünecek
olsak bile yine de yakınlaşmak ister mi bize?
Bile isteye uzatır mı boynunu ellerimizin
arasına?
Okşamamızı ister mi bizden gerdanını, hem de
iyice bilendiğine inandığı bıçağımızla?
Vuslat sevincinden gözlerini kapayıp, ben
hazırım yeter ki sen yumma gözlerini, der mi?
Yoklukta varlığı seçip şikayet etmeksizin
ayaklarımızın dibine bırakır mı o mecalsiz bedenini?
Bilmiyorsun değil mi ey talib? Sevildiğinden
emin bile değilsin. Neyi kestiğinden, neden kesildiğinden?
Bir daha bak, ellerinin arasında tuttuğun
kütle kimin, neyin?
Tanır mısın onu? Ne kadar tanır, ne kadar
seversin?
Hakikaten, sevdiğin için mi kesiyorsun ey
talib? Sevdiğini mi kesiyorsun?
Riyanı değil, rüyanı anlat bize!
Riyanı değil, rüyanı anlat bize!
Ne yazık ki sen sevdiğini kendi rüyan uğruna
bile değil, başkalarının hayâlâtını tatmin için kesiyorsun.
Öyle ki yârini sen bile kesemiyorsun da
utanmadan sıkılmadan onu nâdanın ellerine terkediyorsun!
Nâ-mahremini başkalarının elleri kavrıyor,
seyreden sen oluyorsun. Dağıtan. Gösteriş yapan.
İbrahiminki bir rüyanın eseriydi, seninkiyse
riyanın.
İbrahim’in yüreği titriyordu oysa.
Kurban olarak verilen evlâdıydı. Oğulcağızı.
* * *
İşin gücün etle kanla, koyunla koçla... et
yiyip et dağıtmakla...
Etleri göğe fırlatıyorsun, kabul edilir
sanıyorsun ama her defasında gökten üzerine kan yağıyor, fırlattığın etler
patır patır arza düşüyor. Ne et, ne kan semâya ulaşıyor.
Bir de utanmadan İbrahimcilik oynuyorsun. Etlerin
kanların arasında aklınsıra bayram ediyorsun.
Hâlbuki bayram, vâsıl olanın hakkı. Hakikate
ulaşanın. Hiç değilse, eteğine değenin.
Vuslattan eser yok, o hâlde bu çığlıklar da
neyin nesi? Nedir bütün bu bağırıp çığırışmalar? Neyi gördün, hangi rüyayı? Uğruna sevdiceğini feda ettiğin şu rüyayı
anlat bakalım! Senden kim neyi istedi?
Sana, kurbanın nedir, diye sormuyorum ey
talib, sadece rüya görüp görmediğini merak ediyorum.
Söyle, senin rüyan nedir? Hangi rüya uğruna
neyi kesiyorsun? Hangi rüyanın gerçekleşmesini istiyorsun? Nasıl bir rüyanın?
Rüyan ne ki ey talib, kurbanın ne olsun?
Rüyan kadar kurban kesebilirsin! Düşün kadar.
Düştüğün, düşebildiğin kadar.
İnan bana, ancak günahların kadar.
* * *
Hiç düşündün mü, İbrahim’in rüyası neydi?
Rüyasının içeriği değil ama, gerekçesi?
Ne tuhaf değil mi, eylemiyle gerekçesi
aynıydı: rüyası.
Oğlunu kurban etmeye kalkışmasının sebebi de,
gerekçesi de sadece düşünde oğlunu kurban ettiğini görmesiydi. Gördüğü için
kesmek istedi. Daha da dikkate değer olanı şu ki İbrahim gördüğünü kesmek
istedi.
Elinde rüyasından başka ne vardı?
Hiçbir şey!
Sadece bir rüya. Bir rüya uğrunaydı herşey.
Sade bir rüya için.
Adamı adam edecek tek şeydir rüyası!
İşte bu nedenle sana, kurbanın nedir, diye
sormuyorum ey talib, sen asıl rüyanı söyle! Kendi rüyanı.
Görülmeye değer neyin var ki kesebilesin,
kesmekle mükellef olasın? Neyi gördün ki neyi keseceksin? Başkalarının rüyasını
konuşmayı bırak da söyle, senin rüyan ne?
Düşlerinde, görülmeye değer olanı görebiliyor
musun ki kesilmeye değer olanın dedikodusunu yapıyorsun?
Elindeki bıçağı göre göre sana koşan sevgiliyi
mi gördün düşünde? Bakmaya bile kıyamayacağına mı kıydın?
Ne yazık ki hayır! Rüya da başkalarına ait, kurban
da!
Vuslatta gına vardır. Bu yüzden bütün peygamberler rüya ile şereflendirildiler. Bütün velîler... bütün ârifler...
Göğün onlara hediyesiydi rüya. Bir yanda
gerçekler vardı, bir yanda rüyalar...
Arzın gerçeklerine mukabil, semânın rüyaları...
Arzda varolmanın tek yolu duyular ve akıl, semâda varoluşun biricik yoluysa
muhayyile...
Dervişin tek tesellisi. Varlık sebebi. Rüya.
Bedeli de kurban.
Perdenin arkasına bakmanın cezası.
Önceden görmenin. Görülmeye değer olanı
görmenin.
Bana gelince, benimkisi bir günahkârın
günlüğü. Yırtık pırtık.
Bıçağı elinde tutan değilim ben. Kimseyi
görmedim düşümde. Görüldüm. Ne rüyam var benim, ne önümde bir kurban.
Dedim ya, görülenim ben. Bıçağı elinde olanın
ayaklarının dibine düşecek olan. Tutan değil, tutulan. Cazibem yok, meczubum
çünkü.
Çağırmana gerek yok, kendim gelirim.
Kendiliğimden. Bir bakışınla kan kesilirim. Saklama bıçağını, hakikaten
incinirim.
Okşasın da bıçağıyla okşasın sevgili, derim,
hiç şikâyet etmem, elinin tenime her değişinde cânına can veririm.
Sana ancak gözlerin kapalıyken görünürüm.
Gözlerini açarsan, dayanamam ey yâr, hemen
ayaklarının dibinde ölüveririm.

birgün bu kuytularda kalmış olan sayfalar, bunun gibi kitaplar, yazılar ve neşriyatlar gözlerindeki perdeler kalkmış olanlar tarafından keşfedilip kapışılacak .
YanıtlaSil